23 Aralık 2008 Salı

Fransa, ETA ve Çifte Standart

Fransa ETA ve Çifte Standart

Mehmet Faraç - 21.11.2008, Cumhuriyet Gazetesi

İspanya, kanlı terör eylemleriyle adını duyu­ran Bask örgütü ETA' ya yönelik operasyonla­rın sevincini yaşıyor. Bu sevinç salt örgütün önemli isimlerinden biri olan ve ispanya'da 1980 yılında bombalı bir eylemde 25 kişiyi öldüren Juana Chaos'ın Belfast kentinde teslim ol­masından kaynaklanmıyor. ETA' nın askeri lideri 'Txeroki'' kod adlı Garkoitz Asiazu Rubi­na' nın 4 gün önce, Fransa'nın güneyinde ya­kalanmasının örgüte büyük darbe vurduğu söyleniyor. Fransa İçişleri Bakanı Michele Al­liot-Marie, 2007'de 2 İspanyol istihbarat gö­revlisinin öldürülmesinden sorumlu tutulan Ru­bina' nın İspanya'ya iade edileceğini açıkladı. Bu operasyon PKK' lileri Türkiye'ye iade etmekten kaçınan Fransa'nın terörle mücadeledeki çifte standardını' da yeniden gündeme getirdi!

İspanya ve Fransa sınırları içinde yaşayan Bask kökenliler için bağımsız bir devlet kurmayı hedefleyen ETA' nın (Euskadi Ta Askatasuna) şeklindeki açılımı Türkçede "Bask Vatanı ve Öz­gürlük" anlamına geliyor. 1959 yılında Franco diktatörlüğüne karşı kurulan örgüt, kültürel hak savunuculuğunu bir süre sonra şiddet eylemlerine dönüştürdü. Madrid Üniversitesi'ndeki solcu gruplardan oluşan timler, örgütün ey­lemlerinde önemli bir etken haline getirildi.

Örgüt kanlı eylemlerini 1968'den itibaren yoğunlaştırdı. 1973'te Franco rejiminin önemli yöneticilerinden Amiral Carrero Blaneo ETA' cılar tarafından öldürüldü. Örgüt 1974'te ikiye bölündü. Askeri kanadı şiddet eylemleri­ni sürdürürken siyasi kanat 1978 yılında "Herri Batasuna" adını aldı. 1979'da hükümetin Bask Bölgesi'nde yaşayan iki milyon kadar kişi için özerklik vermesi örgütü durdurmadı. ETA, "Tam bağımsızlık" söylemiyle terör eylemleri­ni 8 yıl sonra yeniden yoğunlaştırdı. 1986 yı­lında Fransa, ETA militanlarını İspanya'ya ia­de edince örgüt, ispanya'daki Fransızlara karşı eylemler düzenlemeye başladı. Örgütün 1987'de Barcelona' da düzenlediği saldırıda 21 kişinin ölmesi, ETA' nın giderek çok: tehlikeli bir güç haline geldiğini gösterdi.

1998'de tek taraflı ateşkes ilan eden ETA, hükümetle görüşmelerden beklediği sonucu alamayınca eylemsizlik kararından bir yıl sonra vazgeçti. Örgüt 2006'da ise kalıcı ateşkes ilan etti. Ancak aynı yılın son gününde Madrid'deki Barajas Havaalanı' nda­ki saldırıda 2 kişinin ölmesi bu ateşkesin de bozulmasına yol açtı.

İspanya hükümeti, kimi seçimlerde Bask Böl­gesi'nde oyların yüzde 20'sini elde eden Ba­tasuna' yı ETA' nın siyasi kanadı olduğu ge­rekçesiyle 2002'de kapattı. İspanya ETA ile mü­cadelesini Fransa'nın desteğiyle sürdürürken, bu çalışmalar salt güvenlik uygulamala­rıyla yürütülmedi. İspanya hükümeti iki ay ön­ce ETA' ya parasal katkı sundukları gerekçe­siyle 24 işadamı hakkında dava açtı. İspanya Yüksek Mahkemesi ise 3 ay önce Bask Böl­gesi'nde faaliyet gösteren Bask Komünist Partisi (PCTV) ile Bask Milliyetçi Hareketi'ni (ANV)kapattı. Söz konusu partiler ETA' nın te­rör eylemlerini eleştirmekten kaçınıyordu. İspanya'da Batasuna ile birlikte kapatılan ETA yanlısı parti sayısı üçe ulaştı.

ABD ve AB ise bombalı araçlarla düzenlenen saldırılar ve silahlı eylemlerle 850'den fazla kişiyi öldüren ETA' yı tıpkı PKK gibi terörist ör­gütler listesine aldı. Örgütün 650'den fazla üye­si son 8 yıldır sürdürülen operasyonlar sonra­sı cezaevine konuldu. Bu militanlardan 179' u 1993'te örgüte yönelik kapsamlı operasyonda tutuklanmıştı.

ETA' nın askeri lideri Garkoitz Asiazu Rubina ise Fransız ve İspanyol istihba­ratçılarının ortak operasyonuyla Caute­rets bölgesinde ele geçirildi. İspanyol hü­kümetinin "diyalog" çağrılarına karşı Çı­kan Rubina, örgütün "Şahin" kanadını temsil ediyor. Bask Bölgesi'ndeki so­runun şiddetin dayatılmasıyla aşılabileceğini savunan Rubina, bu uğurda ken­disine bağlı eylem hücrelerini bombalı saldırı­lara yöneltmekten çekinmiyordu. İspanyol ga­zeteleri Rubina' nın yerine Fransa'da gizlendi­ği belirtilen "Gurbita" kod adlı Airzol Iriondo Yarza' nın geçeceğini ve eylemlerin yeniden baş­layabileceğini öne sürüyor.

Peki, ETA' ya yönelik operasyonlar Türkiye'de neden bu kadar yakından izleniyor? ETA aslında bir açıdan da "İspanya'nın PKK'si" olarak ad­landırılıyor. DTP'liler yıllardır İspanya hükü­metinin ETA ile görüşmesini örnek göstererek PKK ile diyaloğa geçilmesini istiyor. Bu mesaj uğruna ETA ve IRA temsilcileri DTP' nin kon­grelerinde bile ağırlanıyor! Avukat görüşmelerinde sık sık ETA' ya vurgu yapan Abdullah Öca­lan da PKK ile diyalog kurulması istemiyle TBMM'deki 164 milletvekiline geçen yıl mek­tup göndermişti!

Fransa hükümeti kendi ülkelerinde de ey­lemlere karışan örgütü etkisizleştirebilmek için ispanya ile işbirliğini aksatmayacağını gösteri­yor. Oysa aynı Fransa, PKK konusunda Türki­ye'ye karşı çifte standart uygulamaya devam edi­yor. Geçen yıl yakalanan, aralarında Avrupa so­rumlularının da bulunduğu 16 PKK' liye yönelik uygulamalar da bu gerçeği ortaya koyuyor.

Paris Mahkemesi "PKK’nın kasası" olarak bilinen Nedim Seven ile Avrupa sorumlularından Rıza Altun' u tutuksuz yargılanmak üzere ser­best bıraktı. İki PKK' li daha sonra Fransa'dan kaçtı. Seven, geçen aylarda İtalya'da yakala­narak Fransa'ya iade edildi. Türkiye'nin tüm ça­basına karşın Fransa Altun, Seven ve diğer PKK kadrolarını iade etmeye yanaşmadı.

Rubina'nın ele geçirildiği operasyonun, Fran­sa ve ispanya arasında terörle mücadele ala­nındaki "mükemmel işbirliğini" gösterdiğini söyleyen Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy PKK konusunda etkili bir adım atabilecek mi? .. Rubina' nın yakalanmasını, "Bu tutuklama Fran­sız polisi ve jandarmasının terörizmin her çeşi­dine karşı savaştaki kararlılığını gösteriyor" di­ye açıklayan Fransa İçişleri Bakanlığı'nın tavrı PKK konusunda da bir kararlılığa dönüşebile­cek mi? ..

İsviçre'nin PKK yanlısı derneklerin faaliyetlerini kontrol altına alması', KDP lideri Mesud Bar­zani'nin Beyaz Saray'da Bush' la görüşmesi ve Türkiye'nin Kürt yönetimiyle PKK' nin enterne edilmesine yönelik yeni bir plan hazırlaması, Fransa'nın da PKK' ye sırtını döneceğinin işaretlerini veriyor!

Bilişim - İletişim Devrimi / Prof. Dr. Abidin KUMBASAR

Bilişim – İletişim Devrimi ( Prof. Dr. Abidin KUMBASAR – 02.08.2008 – Cumhuriyet )

Toplumsal gelişmeler, ekonomik etkinlikler ve ilişkilerle yönlenir, zorunlu olarak değişime uğrarlar. Örneğin ilk büyük toplumsal değişimler "Tarım Devrimi"nin ekonomik etkileriyle oluşmuştur. Tarımla elde edilen ürünler, insanların ve evcilleştirilen hayvanların beslenme sorununu çözerek yerleşik düzene geçilmesini kalıcı kılmıştır. Bu değişim, toplumsal kuralların gelişmesine, mülkiyet kavramının oluşmasına, elde edilen ürünlerin ve üretim alanlarının korunması için gerekli olan savunma kavramı ve benzerlerinin gelişmesine neden olmuştur. Gene aynı olgu, daha fazla ürün elde edebilmek için tarım ve hayvancılıkta yeni insan gücü kaynaklarının gereksinimi de arttırarak, kölelik uygulamasının gerçekleşmesiyle sonuçlanmış, efendi-köle ilişkisinin toplumlarda giderek yaygın olarak yer alması yüz yıllar boyu sürmüştür.

Artan üretim ve ticari ilişkilerle zenginleşerek büyüyen şehirlerde, toplumsal etkinlikleri artan "Burjuva Sınıfı", ikinci büyük toplumsal devrim olan "Büyük Fransız Devrimi"ni (Burjuva Devrimi) gerçekleştirerek toplumda da yeni değişimlere neden oldu. Burjuva kültürün yaygınlaşması sonucunda "Batı Dünyası"nda, dinsel ve feodal güçlerin etkinliğinin azalması, sanat, bilim ve teknolojide atılımların önünü açarak diğer bir sosyo-ekonomik ol­guya, "Endüstri Devrimi"ne yol açtı. Bu değişimle yaygınlaşan fabrikalar ve diğer iş alanları, ye­ni bir toplumsal güç olarak işçi-­emekçilerin sayılarının giderek

artması ve örgütlenmeleri, sosyalist ve komünist düşünce akımlarının gelişmelerini tetikledi.

Sermaye-emekçi çatışması

Ondokuzuncu ve Yirminci Yüzyılların büyük bölümü burjuva aşamasından kapitalist-emperyalist

aşamaya ulaşarak güçlenen sermaye temsilcileri ile emekçiler arasında yaşanan çatışmalarla geçti. Sosyalistler ve komünistlerin, "artan fabrikalarla sayıları büyüyecek olan işçilerin yönetimlerde etkin güç olacakları öngörüsü gerçekleşmedi.

Özellikle son dönemdeki teknolojik ilerlemeler, üretimde emek yoğunluklu nitelikten bilgi yoğunluklu aşamaya geçince, kol emekçileri toplumsal güç olmak­tan çıkarak işsiz yığınları oluştur­maya başladılar ve yönetsel etkinliklerini yitirdiler. Bu deği­şimde en büyük etken, 1947 yılı­nın Aralık ayında Bell Laboratuarları 'nda "transistor"un keşfiyle başladığı kabul edilen, "Bilişim-­iletişim Devrimi" oldu. "Mikro­elektronik Devrim" olarak da nitelenen bu aşamada üretim ve iletişimle, bilgi aktarımı tarihte hiç gürülmediği kadar artarken, insan gücüne gereksinim azalarak işsizler ve yoksullar çığ gibi çoğalmaktadır. Üretimi artırırken insan gücüne gereksinimi azaltan, ça­lışma alanı yaratmayan bir ekonomik büyümenin, akılcı çözümler getirilmezse, toplumsal deği­şimler yaratarak sorunlara ve çatışmalara yol açması kaçınılmazdı. Bugün yerküremizde giderek yaygınlaşan sosyo-ekonomik sorunların nedeni, bilimsel-teknolojik gelişmelerin gösterdiği yön ile, uygulanmaya çalışılan Neo-Liberal sistemin amaçlarının uyumsuzluğudur. Sömürü düzeninden çıkarı olanlar, akılcı, yapısal değişimlere direnmekte ve gerçekleri saptırarak gerekli dönüşümlere engel olmaktadırlar. Bugün çıkar çevrelerinin, insanları aldatmak için söylediklerinin aksi­ne, tarihin hiçbir döne­minde plansız bir ekono­mi uygulanmamıştır. Gü­nümüzde uygulanan ve "Serbest Teşebbüs" diye sunulan "Neo-Liberal" düzen de aslında, söylen­diği gibi kendi kendini denetleyen özür bir eko­nomi değil, soygun ve sömürü esasına göre plan­lanmış bir ekonomik dü­zendir ve mutlak değiş­melidir.

Sömürücü sistemin uy­gulayıcıları olan sözde li­beraller, "Din, vicdanı temizleyecek; kapitalist de dürüst davranarak insanlığı mutlu kılacak, sorunlar çözülecektir" safsatasına tüm insanlığı inandırmaya çalışmaktadır.

Sömürücü güçler bu çarpık yönlendirmeyi ger­çekleştirmek için de, med­yanın bütün alanlarında etkinliği ele geçirerek top­lumu bilinçsizleştirmek, bir tür "Kültürel Lobotomi" uygulamak amacında birleşmektedirler.

Günümüzde çoğunlu­ğu oluşturanların sapkın nitelikleriyle insan soyu artık, Tanrıcı inançlarda­ki gibi yaradılışın tacı olarak değil, kendisini de var eden "doğa"ya karşı yok edici etken olarak görülmektedir. Unutul­mamalı ki, "doğa" de­ğerlerini talan ederek uy­gulanan savurgan ekonominin aldatıcı zenginliğini yaşamanın bedeli, bir gün mutlak ödenecektir. "Doğa", kendisinden bi­linçsizce alınanları, geç­mişte defalarca görüldüğü gibi, affetmeyip acıma­sızca geri almıştır.

Dünya Sosyal Forum'u etkinliklerinin güçlenerek yaygınlaşması ve toplumlarda uyanışa öncülük ederek, "Aydın-Teknok­rat" sınıfı destekleyen si­vil toplum örgütleri oluş­turulması sorunların çözü­mü için büyük önem ta­şımaktadır.

Sorunları gerçek bo­yutlarıyla görebilme biri­kim ve yeteneğinden yok­sun olan ülkemizdeki po­litika özentileri, ekono­miyi kendi banka hesap­larına göre değerlendire­rek, yanılgı içinde boş sözlerle zaman kaybet­mekteler. Ülkemizde ya­şanan sorunlar tüm yer­küre de yaşananların top­lumumuzdaki yansımala­rı olduğundan, sömürü düzeninden akılcı üretim ve hakça paylaşımın uy­gulanacağı yeni bir düze­ne geçilmeden hiçbir so­run çözülemez. "Bilişim-­iletişim Devrimi"nin güçlü toplumsal sınıfı ol­maya aday "Aydın-Tek­nokratlar"ın yönetim­lerde etkin olarak yer al­masıyla sömürücü düze­nin son bulması, insanlı­ğın geleceği için tek umut olarak görülmektedir.

Spor'u Seviyormuyuz? / Erdal Atabek

Sporu Seviyor muyuz?..

Erdal Atabek - Cumhuriyet - 23.08.2008

Gazeteler sayfalarca spor haberi veriyor, yorumlar yayımlanıyor.

TV'ler sayfalarca spor yayını yapıyor.

Demek ki toplum spor olaylarını izliyor.

Ama toplumumuz sporu seviyor mu? Kanımca hayır.

Bizim toplumumuz sporu sevmiyor.

Çünkü, sporu yapmıyor, sadece izliyor.

Bireysel sporlarla hiç ilgilenmiyor.

Atletizm, bisiklet sporu evrensel bireysel sporlar bizi hiç ilgilendirmiyor.

Ata sporu dediğimiz okçuluk, Cirit atma, at sporu bile ilgi alanımızda değil.

Biz neyi seviyoruz?

Sporda birinci olmayı seviyoruz, ma­dalya almayı seviyoruz.

Bu, sporu sevmek değildir.

Bu, sadece en üst derecede başarıyı sevmektir.

Hem de kendi erişemediği başarıyı sporcudan beklemek demektir.

Takımı rakibini yenecek, o da sevinecek.

Hayattaki bütün başarı hevesi için sporcusuna vekalet verecek.

Ama kendisinin bir çabası olmayacak.

Aslında kendisinin bir hedefi de olma­yacak.

Yaşamının planı programı olmayacak.

Yaşamının etabı, antrenmanı, hazırlığı, kondisyonu, performansı olmayacak.

İşi gücü tuttuğu takımı adım adım ta­kip etmek olacak.

Sporcuları başarılı olacak, o da sevinecek.

Havalara zıplayacak, caddelerde koşacak, bağıracak, çağıracak.

Ama kendisi spor yapmayacak.

Kendini hiçbir sıkıntıya sokmayacak.

Kolay tarafından başarının tadını tadacak.

Bu, sporu sevmek değildir.

Onun için de devşirme şampiyon adayları buluyoruz.

Onların sırtından sevinmeye çalışıyo­ruz.

Satrançtaki başarılarımıza da iki satır yer vermekle yetiniyoruz.

Daha çok yolumuz var, çok.

Spor da her şey gibi bir bilinç sorunudur.

Ne aradığını bilmeyenler alacakaranlıkta koşuşup dururlar...

Üst tarafı da oyalamadır, oyalanmadır.

Tevfik Fikret - Türk Aydınlanmasının En Parlak Işığı

Tevfik Fikret - Türk Aydınlanmasının En Parlak Işığı - ATATÜRK’E Işık Tutan Şair

( ORHAN KARAVELİ – Cumhuriyet, 19.08.2008 )

Ülkemizin, kasıtlı ve bilinçli iç ve dış düşmanlar eliyle adım, adım karanlıklara ve uçurumlara sürüklenmek istendiği şu acılı günlerde Tevfik Fikret'leri, Ziya Gökalp'leri ve Namık Kemal'leri yeniden ve dikkatle okuyup anlamaya ve okutup anlatmaya gereksinmemiz yar.

Yoksa bu bilinçsizlik, vurdumduymazlık, çıkarcılık ortamında geç mi kaldık?

1915 yılının ağustos ayı ortalarıydı ve çok hastaydı. Dostları, doktorlar onu yaşatmak için çırpınıyor ve hemen her gün Rumelihisarı'ndaki 'Aşiyan'ına çıkan dik yokuşu tırmanıyorlardı ama o ölmekle yaşamak arasında bocalar gibiydi.

Bir yandan:

" ... Öyle bir dergi çıkarmak istiyorum ki, rehbersiz kalmış, zorba kuvvetlere boyun eğmiş olanlara yol göstersin. Öyle me­busluk, vekillik ve mevki peşinde koşma­yan; her zorba kuvvete, her baskıya karşı fikir adına can vermeye hazır gençler gel­sinler, evimde çalışsınlar. Ben onların so­balarını yakayım, çaylarını getireyim. Fakat bizim sessiz kalışımızdan kuvvet bu­lan bu çürümüş efendiler böyle bir dergi­yi acaba yaşatırlar mı? Biz biraz kendimizi gösterirsek onların sindiklerini ve düştüklerini göreceksiniz! " derken çektiği dayanılmaz acıların etkisiyle bir yandan da:

" ... Ölümün artık yaklaştığını hissedi­yorum. Bunun için de memnunum... " di­ye inleyerek başucundaki dostlarını üzüyordu.

" ... Bu hayat artık bana pek ağır geliyor ve iyileşirim diye korkuyorum. Ölüm lez­zetini katre katre tadıyorum ve bu benim için bir teselli oluyor... " (1)

Ve 93 yıl önce, 19 Ağustos 1915 sabahı odasındaki cam fanuslu saat 02.20'yi gösterirken "Artık yıkılıyorum! Yavrum.. Yavrum! " diyerek öldü

“Aman dikkat edin çocuklar”

Sırtüstü yatıyor ve hiç de ölmüşe benze­miyordu. Göğsüne kadar çekilmiş örtü gibi, Boğaziçi'ni seyrettiği pencerenin tül perdeleri de bembeyazdı., Etrafı, elleriyle dikip ye­tiştirdiği çiçeklerle bezenmişti. Sanki öl­memişti de sıcak bir öğle sonrasının esinti­sinde uzanıp dinlenir gibiydi. Nerdeyse ye­rinden kalkacak ve bizlere:

" ... Aman dikkat edin çocuklar. " diye­cekti. " ... Gelibolu'daki Miralay'ın ve onun yanında toprağa düşenlerin eserine ihanet etmeyin! . Türkiye'yi yeniden ka­ranlığa gömmek isteyenlere izin vermeyin!”

Türk aydınlanmasının sönmez ışığı Ata­türk'e " ... Ben inkılâp ruhuna ondan aldım... " dedirten Tevfik Fikret'ti bu. Hac görevinden dönüşte kardeşiyle birlikte ölüp Arabistan'ın kızgın çöllerine terk edilen annesi Hacı Hatice Refia Hanım Rum kö­kenli olduğu için aşağılamaya yeltendiler onu! Eğitim için gittiği Amerika'da makine

Profesörlüğüne kadar yükselmişken rahiplik mesleğini seçen oğlu Haluk Fikret yüzünden mezarında bile rahat bırakmadılar. Oysa çoğu şiirine adını verdiği oğlu, bilge ve saygın bir insan olarak herkesin sevgisi­ni kazanmış ve Türklüğünden vazgeçme­mişti. Üstelik rahipliği seçtiğinde babası çok­tan ölmüştü... Robert Kolej'de hocalık yaparak bir 'Türk Edebiyatı' bölümü kur­masına ve özellikle Türk kızlarının onun aç­tığı yoldan bu okula kabul edilmesine bak­maksızın 'zangoçlukla', kilise hademeliği ile suçladı onu bir 'milli' şairimiz... Ne ol­duğu bilinmeyen bir 'jurnal' yüzünden sür­güne gönderilen babasını bir daha göremedi. Kız kardeşi zalim bir koca elinde yaşamını yi­tirdi.

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, ülkesinin sürüklendiği karanlıklar ve savaşlar içinde her gün yeniden kahroldu. Öldüğünde; Ata­türk'ü etkileyen iki Türk büyüğü Namık Kemal ve Ziya Gökalp gibi o da kırk sekiz ya­şındaydı ama 'Gelibolu'daki Miralay' diye adlandırdığı Mustafa Kemal'i keşfetmişti' bile. Son günlerinde O'nu görmek ve tanımak istediğini söylüyordu dostlarına.

Mustafa Kemal'le aralarında sanki kozmik bir iletişim vardı. 'Paşa' da Fikret'in 'anısı çevresinde bulunmakla övündüğünü ve onu taparcasına sevdiğini" Aşiyan' daki deftere yazıyor ve yurdu kurtarmak için Anadolu'ya geçeceğini, ilk kez, sırdaşı bir asker hocasına Aşiyan' a çıkan yokuşu bir kez daha tırmanırken açıklıyordu...

" ... Benim ne yapmak istediğimi anlamak isteyenler Fikret'in, 'Tarih-i Kadim' şiirini okusunlar. diyordu. Onunla adeta öz­deşleşmişti. Öyle ki, Cumhuriyet'in daha ilk yılı bile dolmadan, 25 Ağustos 1924 günü Ankara' da toplanan 'Muallimler Birliği Kon­gresi'nde çağdaşlığın öncüsü öğretmenlere seslenirken " ... Cumhuriyet sizden, fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller yetiş­tirmenizi ister... " demişti. Bu sözler Fikret'in kendisini betimleyen ünlü dörtlüğünün son di­zesi değil miydi? Bugünkü dille:

Kimseden fayda ummam, dilenmem kol ka­nat

Kendi boşluk ve gök kubbemde uçar giderim

Eğilmek. esaret zincirinden ağırdır boy­numa

Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim.

Atatürk, Tevfik Fikret hayranıydı

'Elbet sefil olursa kadın alçalır insanlık' diyordu. 'Hak bellediğin bir yola gideceksin... ', 'Koşan elbet varır, düşen kalkar / Kara taştan su damla damla akar. , 'Aydınlanma, işte emellerimizin ruhu. .', 'Zul­mün topu var, güllesi var, kalesi varsa / Hakkında bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır. .' 'diyor ve Atatürk, çevresine, hay­ranı olduğu Fikret'i anlatmak için her fırsa­tı değerlendiriyordu:

" ... O, karanlıklar içinde bir nur (ışık) gö­ren ve bizleri o nura doğru yönlendirme­ye çalışan bir insandı. Biz, henüz ona ye­tişemedik... Onu tanıyamadığım, sohbe­tinden yararlanamadığım için kendimi bahtsız sayarım. Ama bütün şiirlerini okudum. Çoğunu da ezbere bilirim. O, hem büyük şair, hem de büyük insandı... " …………………………

Şair, eğitimci, yazar ve ressam... Hepsin­den önemlisi Türk Aydınlanması'nın en parlak ışığı Tevfik Fikret'in ölümünün üzerin­den doksan üç yıl akıp geçmiş. Ülkemizin, kasıtlı ve bilinçli iç ve dış düşmanlar eliyle, adım adım karanlıklara ve uçurumlara sürüklenmek istendiği şu acılı günlerde Tevfik Fikret'le­ri, Ziya Gökalp'leri ve Namık Kemal'leri yeniden ve dikkatle okuyup anlamaya ve okutup anlatmaya gereksinmemiz var.

Yoksa bu bilinçsizlik, vurdumduymazlık, çıkarcılık ortamında geç mi kaldık?

-----------------------------------

(1) Tevfik Fikret ve Haluk Gerçeği, Orhan Karaveli, Doğan Kitap, 7. baskı, Ekim 2007.

Oynanan Üçüncü perdemi? - Erol Manisalı

Oynanan Üçüncü Perde mi? (EROL MANİSALI – 01.08.2008 – Cumhuriyet )

—1990 sonrası Batı'nın yeni Türkiye politikası fii­len başlatıldı. '1991 'deki Çekiç Güç faciasını, Uğur Mumcu ve Eşref Bitlis suikastları izliyor. Muavenet Zırhlısı resmen vuruluyor. Ve 6 Mart 1995 Gümrük Birliği kancasıyla Türkiye'nin as­kersiz işgalinde "kurumsal" bir adım atılıyor.

Bu birinci halkadaki amaç Türkiye'nin ulusal refleks gösteren kesimlerinin ve Atatürkçü ordunun yavaş yavaş tasfiyesine girişilmesi.

— İkinci halka 1997 28 Şubat süreciyle başlatı­lıyor. Türkiye Cumhuriyeti yerine ılımlı İslam dev­letinin altyapısının hazırlanması, ABD servislerin­ce planlanıyor, belgeleri ortada. (*)

Kimi askerler kullanılarak, "Anti amerikan siya­sal İslam ezdiriliyor' ve yerine Amerikancı olanı ya­vaş yavaş hazırlanıyor.

Bu ikinci halkanın uygulamasında siyasi, iktisadi, sosyal ve askeri öğeler bütünleştirilerek işletiliyor. Batı'nın hedefi şu; Türkiye'de ABD, İngiltere ve İsrail’in Ortadoğu planlarına "mutlak uyum sağla­yacak ve emir-komuta zinciri içinde çalışacak" bir yönetim ve altyapı oluşturmak.

Artık sadece "yönetime, istenilen, adamları yer­leştirmek yeterli, olmuyor; buna uygun ''sosyo­ekonomik ve siyasal yapıyı da" oluşturmak zo­runluluğu var. Sistemin devamı buna bağlı.

— 2002 sonrasında başlatılan "üçüncü dalga"ya da Amerikanca deyimi olan "kampanya" ile "bütün altyapı ve değerler sisteminin tersyüz edildiği bir dü­zen hedefleniyor'. Bu, sivil bir darbe sürecidir.

Yoldaki engellerin temizlenmesi gerekiyor. Cum­huriyetin değerleri, Lozan'ın kazanımları, ulus dev­let kimliği, üniter yapı ve demokratik tepki potan­siyelinin ortadan kaldırılması, istenen bu.

Dinci-Cumhuriyetçi, Türk-Kürt, ulusalcı-küresel­ci, türbancı-Laik çatıştırmaları bir senaryo yazar gi­bi hazırlanıp uygulanıyor.

Ilımlı İslam, sihirli formül...

Ilımlı İslam şemsiyesi altında Cumhuriyetin, TSK'nin, çağdaş ve demokratik değerlerin yavaş yavaş tasfiye edilmesi, Batı'nın planlayarak uy­gulattığı sihirli bir formül gibi:

Kanıtları, bizzat Rand Corporation'ın belgesiy­le ortaya çıkmış durumda, kimse inkâr edemiyor. ABD ve AB soğuk savaş sonrasında uygulama­ya koydukları politikanın, "üçüncü perdesini" oynatıyorlar.

Sahnedeki "Amerikancı islamı" salonda alkış­layanlar kimler? Liberaller; onlar doğuştan Amerikancı ve kapitalist. "Küreselci sol" çevreler de Amerikancı siyasal islamın destekçileri arasındalar.

Sosyal bir hukuk devletine karşı çıkan sağcısı, muhafazakârı, mafyası da "gün bu gündür" diyerek alkış tutuyorlar.

Büyük çelişki hangisi?

İşin en ilginç yanı katılımcı demokrasiye, sos­yal hukuk devletine, çağdaş değerlere karşı olan odaklarırı, "demokrasi ve özgürlük için" diyerek işbirlikçi siyasal islama destek vermeleri. Bunu göz göre göre, bile bile yaptıklarına göre bu çelişkinin arkasında ne var?

— Batılı sömürgecilerin bu furyasında,"banada bir şeyler düşer" beklentisi mi?

— Sömürgeciler adına, "oligarşinin içinde yer tutma telaşı mı?

— Yoksa bugünü kurtarayım, yarın "gün ola har­man ola" fırsatçılığı mı?

Bu üç öğe hem ayrı ayrı hem iç içe değerlen­dirilebilecek niteliktedirler. Ancak "işbirlikçilik, fırsatçılık ve demokrasi karşıtlığı" omurgalarında yer alan ortak öğelerdir.

2008'de ne mi yaşıyoruz?

Yaşadığımız' "karmaşa", üçüncü "kampanyanın" altyapısını hazırlamak için estirilen kargaşadır. Ağır­lıklı olarak, dış kaynaklı bir operasyondur.

1991 'de Çekiç Güç'le başlatılan sürecin son hal­kası olarak planlanmış. Graham Fuller kitabını bi­le yazmış.

Prof. Fritz Neumark'ın, önsözünü yazdığım ve 2006'da yeniden yayımlanan "Boğaziçi'ne Sığınanlar' kitabında, Türkiye'nin içinde yaşadığı "karmaşa ve karartmayı" anımsatan ilginç şeyler var.(**) 1930'lann faşist Almanyasında insanlar en yakın dostlarından çekinir, korkar hale gelmişler. Telefon etmekten bile kaçınıyorlar.

Fritz Neumark Hitler rejimine karşı, kaçıp Tür­kiye'ye geliyor. Kimi eski arkadaşları, Hitler'den korkularından onunla ilişkiyi kesiyorlar, mektup bi­le yazmıyorlar.

Toplumda baskıyla korku, şüphe ve düşman­lık yaratmak, faşizmin kullandığı en önemli silahlardan biridir. Hele bu yöntem bizde olduğu gibi emperyalist dış güçler tarafından körüklenip des­tekleniyorsa.

……………………………………………………………………………………………

(*) Erol Manisalı, "AKP, Ordu ve Amerika Üçge­nindeki Türkiye", Truva, 2008

(**) Prof. Dr. Fritz Neumark, "Boğaziçi'ne Sığı­nanlar", İÜ iktisat Fakültesi, 2006

Kimlik Bunalımı / ÖZTİN AKGÜÇ

Kimlik Bunalımı ( ÖZTİN AKGÜÇ – 03.08.2008 – Cumhuriyet )

İşletmelerde, kuruluşlarda "kurum kimliğin­den" söz edilir. Kurum kimliğini, çalışma ilkeleri, topluluğun ortak değer yargıları, etik değerleri, davranış biçimleri oluşturur. Kuşkusuz bir toplulukta, kurumda, işletmede herkesin aynı şekilde, düşünmesi, hareket etmesi beklenemez. Farklı­lıklar, hatta zıtlıklar olabilir. Ancak davranışların bi­leşkesi, kurum kimliği yönünde olmalıdır.

Uzun sürede başarılı olmak, kalıcı olmak iste­yen kurum, kuruluş ve işletmeler, kurum kimliği­nin oluşmasına özen ve çaba gösterirler. Kurum kimliği, ortak bir payda, bir temel, bir bağ, hatta bazen bir, övünme kaynağı oluşturur. İşletmenin sahiplerinin, üst düzey yöneticilerinin tutumları, davranış biçimleri, ilkelerle tutarlılıkları, kurum kim­liğinin oluşmasında ana öğelerdir.

Bir ülkenin, bir ulusun kimliği, ortak özellikleri olmalıdır. Bizde, toplum olarak ortak özellikler, kimlik söz konusu mu? Gerçekte var mı? Birbi­rine zıt gözlemler yapılmakta, zıt özellikler, dav­ranış biçimleri ortaya konulmaktadır. Bazen övünürüz: "Dürüstüz, cesuruz, iyi kalpliyiz, iyilikseveriz, özverili davranırız, onurumuzu koruruz." Bazen de şu tür eleştirilerle karşılaşırız: "Haini, satılığı, bol; düzgün davranmayan, köksüz, değer yargıları çar­pık, kısa süreli çıkar peşinde koşan, etik değerlere aldırmadan köşe dönmeye çalışan, esen yele gö­re yelken açan, savaşım gücü düşük, güçlüye karşı tepki veremeyen bireylerin ağırlıklı olduğu bir toplum. "

Günlük yaşantımızda da çok farklı davranışlarla karşılaşırız. Bazen göz yaşartacak, göğüs ka­bartacak kadar düzgün, onurlu davranışlar, ba­zen de "pislik", "omurgasız yaratık" diye bağırtacak kadar şerefsizce davranışlar. Kötümser ya da ger­çekçi diye düşünebilirsiniz. Ne yazık ki toplum da, düzgün, onurlu davrananların sayısı; kurallara uymayan, etik değerleri hiçe sayan, çarpık de­ğer yargılarına sahip olanlara göre çok az. Zaten oran farklı yönde olsa Türkiye'nin konumu, say­gınlığı, günümüzle karşılaştırılamayacak şekilde üst düzeylerde olurdu.

Şöyle anımsamaya çalışıyorum. Yaşamda kar­şılaştığım onurlu davranışlar gerçekten çok az. Be­ni en çok etkileyen, hala içimi sızlatan bir davra­nışı aktarayım. Yirmi yıl kadar önce idi. O yıllar­da İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitü­sü'nde ana binada, rektörlük binasında ders ve­riyorum. Bir gün Beyazıt Meydanı'ndaki geniş merdivenleri tırmanırken, baktım ondört - onbeş yaşlarında bir çocuk başını dizleri arasına almış ağlıyor. Yanında kırık bir kayık tabağı, dökülmüş, saçılmış midye dolmaları: çocuğa yardım etmek istedim. Siyah saçlı başını şiddetle sallayarak, red­detti. "çocuğum midye dolmalarını bana sat" de­dim. Tepkisi daha şiddetli oldu. Belki de tüm ge­çim kaynağını yitirmiş çocuğun o onurlu başkal­dırışı, belleğimde iz bırakan, işte onurun, gururun resmi dedirten bir davranış oldu...

Günlük yaşantımızda, buna karşı, sıradan gibi görünen, aslında bir ahlaki çöküntüyü, kötülüğü yansıtan davranışlarla karşılaşıyoruz. Basında, po­litikacılardan, üniversiteden, bürokrasiden ör­nekler verecek değilim, sade vatandaşların davranışlarını aktarmaya çalışacağım.

İstanbul’da toplu taşıma araçlarını da kullanmakla beraber; zorunlu olarak ulaşım için bazen taksiyi yeğliyorum. Bu nedenle taksi ücretlerini bi­liyorum. Bakıyorsunuz güzergâh aynı, taksimet­re farklı ücret yazıyor. Bu nasıl oluyor? Bir sürü­cü arkadaş teknik olarak açıkladı. Takside kulla­nılan araçların lastiklerine 14 veya 15 cm.' lik jant takılması gerekiyormuş, 13 cm. 'lik jant takıldığında tekerlek daha hızlı döndüğü için, ücret yüksek yazılıyormuş. Bu işi de daha çok dini bütün(!) görü­nen genelde sakallılar yapıyor. Artık ustaya, onarım yapacak olana avans veremiyorsunuz. "Abi malzeme avansı ver, malzemeyi bir yana koyalım" diyen avansı aldıktan sonra uzun süre kay­boluyor. İş ya sürüncemede kalıyor ya da üs­tünkörü, tekrar onarımı gerektirecek şekilde ta­mamlanıyor. Yolda yürürken biri "Yahu tanıma­dın mı, ben filan yerden arkadaşın" diye yaklaşıp, sevgi saldırısında bulunduğunda, acaba hangi cebim boşaltılıyor diye kuşkuya kapılıyorsunuz. Günlük yaşantıdan daha çok örnek verebiliriz.

Sorun kimlik sorunu, şerefli, gururlu olup ol­mamak sorunudur. Bunun eğitimle, fakirlik zen­ginlikle pek de ilgisi yoktur.

Diller yürekler dilenci çanağı gibi / SEVGİ ÖZEL

Diller, yürekler Dilenci Çanağı Gibi! / (SEVGİ ÖZEL – 02.08.2008 - Cumhuriyet)


Kimi insanların çantası, ki­minin de dili, işi, uğraşı böyle­dir; dilenci çanağı gibi. Her şeyden bir parça bulunur. Böyle bir dönemden geçiyoruz işte; kimin çantasında, kiminin dilinin altında ne var, belli de­ğil. Kim çok söylüyorsa, kim daha hızlıysa, kim daha çok kara boya kullanıyorsa gün­demi o belirliyor. Gazeteler, TV'ler, zaten karışık olan aklı­mızı dilenci çanağından beter duruma getirmekte yarışıyor.

Her gün yeni bir sav, her an ye­ni bir tehdit, her dakika yeni bir suçlama... Hukukun üstünlü­ğüne, cumhuriyetimizin ilkele­rinin sağlamlığına olan güve­nimizi korumaya çalışıyoruz; ama aklımıza, sağduyumuza sahip çıkma açısından aynı şeyleri söyleyemiyoruz.

Gençler, neler olup bittiğini öğrenmek istiyorlar; "Cumhu­riyet gazetesi kendi mi atmış o bombaları kendine?" diye so­ruyor ve basıyorlar kahkahayı:

"İlhan Selçuk atmıştır!" Öyle gülünç şeyler üretiyorlar ki gülmemek elde değil. Birbiri ar­dına şaka üreten bu gençlerin esin kaynağı son günlerde or­talıktaki şeytan uçurtması gi­bi haberler... Dolmuşta konu aynı; "Ben artık televizyona bakmıyorum, kimseyi dinlemi­yorum" diyor yaşlı adam. "İşin suyu çıktı, bakalım nasıl kuru­tacaklar?" diye araya giriyor öteki. Pazarda da konu aynı; büyük alışveriş merkezinde ve evlerde de. Ne ki konunun ayrıntısını, özünü ve temel olan yanını kimse anlamış de­ğil. Dahası kimsede olup bi­tenleri anlamak için "akil" biri­ni bulma çabası da yok. O za­man aklımıza başka sorular geliyor. Bu kadar mı umutsuz, bu kadar mı karamsar olduk?

Acaba halkımız koskoca ül­kede "akil" birilerinin bulun­duğu'na gerçekten inanmıyor mu, akıllı bildiklerinden umudu kesmiş mi? Atalarımız yanlış mı söylemiş; akıllı köprü arayın­caya dek deli suyu geçer, di­ye. Gelin görün ki bugünlerde ne akıllı bilinenler köprü arayışı, ne deli sanılanlar suyu geç­me çabası içinde. Daha doğ­rusu kim "akil', kim değil, ayırt etmek olanaksız gibi. En kö­tüsü de bu.

Umutsuzluğu, karamsarlığı, korkuyu büyütüp derinleştir­mek için ne gerekirse yapılıyor; yapılanlarla gençler gibi anla­mamakta direnenler de dal­gasını geçiyor; herkes yüzüne yansıyan sorularla kuyruklu yalanlar arasında bunalmış durumda, kimse akılcı bir yanıt bulma çabası içinde görünmüyor. Kötü olan da bu. Hangisi doğru, hangisi ya­lan... Hangisi hukuksal, han­gisi değil… Hangisi insancıl; hangisi zulüm... TV'lere bakı­lırsa, işimiz zor; çünkü hep aynı yüzler, hep aynı sözlerle kanal kanal geziyor. Beyefen­di gazeteciymiş; ağaran saç­larından diline ve yüzüne santim aklık yansımıyor. Öfkeyle kardığı kapkara sözleri, dilenci çanağı gibi... Cumhuriyetin temel değerleriyle adamakıllı kavgalı, Cumhuriyet gazetesi sütten çıkmış ak kaşık mıymış? İğrenir gibi tıslayarak yinelediği "laikçi"ler, "ulusalcı"lar her bir sıkıntının ana kaynağı... Neredeyse adı "A, c, I, u" ile başlayan herkesin, her şeyin yasaklanmasını söyleyecek... Topunun köküne kibrit suyu dökme fırsatının yakalandığı bir dönemin esrikliği içinde, olanca bilgisizliğiyle veryansın edi­yor. Ortam uygun, iktidar uy­gun, basın yayının çoğu çantada keklik... Hazır halk şaşkınlaştırılmışken... Doğru olana ya da bilgiye dayanmaya ne gerek var? Salla sallayabildiğin kadar... Böyle kaymaklı, böyle ballı, bir hesaplaşma fırsatı kaçırılır mı? Ya bir daha ele geçmezse...

"Beyefendi" deyişimiz sözgelişi, basın yayını izlediğimizde cins ayrımı yapmamak ve "ler" ekini kullanmak yanlış olmaz; az değiller. Birkaç anlamda "az değiller”; ama unut­tukları bir şey var: Sular tersine akmaz! Koskoca ülkenin salt muslukları değil, ağzı da kurumuş gibi; ama bu diller çözülür, bu eller mührü yanlış yere basmayabilir bir gün. Doğruyu konuşup yazana yapılan "çeteci" şakalarının ciddiye alındığı, ilginç adreslerin işaret edildiği, beş parmakla kara çalındığı, gece baskını korkusunun yoğunlaştırıldığı bir ortamda, hem ormanlar yanı­yor, hem mideler, hem mutfaklar... Kimin Umurunda? Tu­zu kuru nasılsa gündüz gözü kara üretenlerin. Bilmiyorlar ki, en kötüsü vicdanlardaki yangındır; ama vicdanı ya da gerçekten "akil olanlar için kötüdür bu yangın elbette.

Bu kadar mı sevgisiz olduk; bu kadar mı insancıllıktan uzaklaştık? Bu kadar acımasız olabilmek için yüreklerimizin yerine ne koyduk? Eloğlu, el eliyle sağdan gösterip sol ya­nımızı budadı; görüyorsunuz ­yetmiyor; durmadan sağımızı da kazıyor solumuzu da! Budanan el de dil de bizim; tanı­şımız, komşumuz, akrabamız; kim olursa olsun, bizim; yurt­severlik, yurttaşlık bağlarımız bu kadar mı köreldi? Aklı, işi, uğraşı, düşleri dilenci çanağı gibi olanlar için evet! Bu kadar kara, bu kadar körmüş; bu kadar zayıfmış ve çıkar ipiyle bağlıymış tüm duygular. Vic­danı gibi cüzdanı da tertemiz olanlar, yurtseverlik bağlarıyla yolunda yürüyor; dimdik yürüyecekler korkmadan, çekin­meden! Çünkü ne elleri, ne dilleri kirli! Bunlar da geçer; ye­ter ki sımsıkı tutunalım cumhuriyetimizin ilkelerine ve akılcı olan her şeye!

Mustafa Kemal ATATÜRK için dedilerki:

 
Bu video'da Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK'ün yaşamından 10. yıl söylevi eşliğinde, görsel bir sunu izleyeceksiniz. Dost kalın, dostlukla kalın.
..............................

“ Uluslar arası Anlayış ve Barış Yolunda Çaba Harcamış Üstün Bir Kişi , Olağanüstü Bir Devrimci, Sömürgecilik ve Emperyalizme Karşı Savaşan İlk Lider, İnsan Haklarına Saygılı, Dünya Barışının Öncüsü, İnsanlararası Renk, Din, Irk Ayrımı Gözetmeyen Eşsiz Devlet Adamı, Türkiye Cumhuriyetinin Kurucusu"

 “ UNESCO KARARI 1979"

( Doğumunun 100. yılında 1981 yılını “ Dünya Atatürk Yılı “ olarak, Atatürk’ün tüm dünyada anılması amaciyle 156 ülkenin katılımıyla gerçekleşen toplantısında oybirliği ile alınan karar)
----------------------------
Mustafa Kemal Atatürk için dedilerki:

(1922'de Türk ordularının zaferi neticesi Anadolu'daki emelleri gerçekleşmeyen İngiltere'nin Türk düşmanı olarak bilinen Başbakanı Lıoyd George, Parlamento'da kendisine yöneltilen suçlama ve tenkitleri şöyle cevaplandırmıştır): 'Arkadaşlar, yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki o büyük dahi çağımızda Türk Milleti'ne nasip oldu. Mustafa Kemâl'in dehasına karşı elden ne gelirdi. (D. Lloyd George, İngiltere Başbakanı, 1922) 

 Bir ulusun hayatında bu kadar az sürede bu denli kökten değişiklik pek seyrek gerçekleşir... Bu olağanüstü işleri yapanlar, hiç kuşkusuz kelimenin tam anlamıyla büyük adam niteliğine hak kazanmışlardır. Ve bundan dolayı Türkiye övünebilir. (Eleftherios Venizelos, Yunanistan Başbakanı, 1933) 

 Bir insana ölümünden sonra bu derece sevgi ve yas gösterileri yapılması milletler tarihinde az görülen şeylerdendir.' (ATHİNAİKA, Atina, 12 Kasım 1938) 

 'Atatürk'ün Türkiye'de yaptığını hiçbir tarafta, hiçbir kimse yapmadı: Ne Cavour, ne Cromwel, ne de Washington... Atatürk'ün bulduğunu, hiç kimse bulmadı ve Atatürk'ün yaptığını da hiç kimse yapmadı. İlham ettiği kimselere ve kendi prensiplerine göre yarattığı yeni kuşak, O'nun eserine devam edecektir.' (Tipos Gazetesi) 

 İngiliz, Fransız ve İtalyanları Anadolu'dan uzaklaştırıp bizi de yenince,, karşımızda sıradan bir adam bulunmadığını ve O'nun gerçek yaratıcı kudretini kavramaktan uzak kalmış olduğumuzu kabul ettik. (1938) (Yorgi PESMAZOĞLU, Yunan Ekonomi Başkanı) 

 Çok, pek çok devrimciler görüldü. Fakat hiçbiri Atatürk'ün cesaret ettiği ve muvaffak olduğu şeyi yapmadı.' (Messager D'Athenes, Yunanistan Gazetesi, 11 Kasım 1938) 

 Tarih, silinmez harflerle bu devlet adamın ismini hakedecektir. Atatürk bir halk adamıdır. Kırılmaz azmi, keskin zekâsı ve kudreti kendisini yendiği alın yazısının önüne getirmiş, böylece yeni Türkiye'nin yaratıcısı olmuştur. (Yugoslavya, Politika Gazetesi, 11 Kasım 1938) 

 Sakarya Savaşı, Sakarya Zaferi, yirmi yaşımın en kuvvetli hatırası olmuştur. O zamanlar, kendi kendime diyordum: Acaba ben de ulusumu böylesine seferber edemezmiyim, onun ruhuna kurtarıcı hamleyi, bu dizgin tanımaz ihtirası aşılayamaz mıyım? (Habib BURGİBA, Tunus Devlet Başkanı, 1965) 

Atatürk, tarihin her devresi için, insanlığın bir mucizesidir. (Suriye) 

Atatürk'ün ölümü yalnız Türk Milleti için değil, onun örneğine çok muhtaç olan bütün Doğu milletleri için en büyük kayıptır. (ELEYYAM Gazetesi, Şam- 1938) 

 Vatanını muhakkak bir parçalanmaktan kurtararak gemisini güvenilir bir limana götürdükten sonra milletinden bir taht istemedi. O, kelimenin bütün anlamıyla bir insan, eşsiz bir dahi, kahraman bir asker ve siyaset adamı idi. Hayatını milleti'nin mutluluğuna adadı, bu uğurda genç yaşda hayata gözlerini kapadı. (Elifba Gazetesi, Şam- 1938) 

 O'nun ölümü, dünya için de derinliği ölçülmez bir kayıptır. (Sovyetler) 

 Adı, Türk Milleti'nin millî kurtuluş savaşında ve Türkiye'nin siyasi alanda yeniden örgütlenmesine gayet sıkı bir surette bağlı olan Kemal Atatürk'ün ölümü gerek Türkiye için, gerekse bütün dostları için derinliği ölçülmez bir kayıptır. Türk Milleti'nin en samimi dostları arasında bulunan Sovyetler, zamanımızın bu örneksiz devlet adamının öneminden dolayı derin bir acı içindedirler. (İzvestia Gazetesi, Moskova, 1938) 

 Atatürk, dünya üzerinde yeni bir devir açmış bir insandır. Ben, O'nun Türk kadınlarına hak vererek ve bir ülkede anayı, yakışır olduğu yüceliğe eriştirerek Batı'ya ders verdiğini nasıl unuturum. (Uluslararası Kadınlar Birliği Delegesi, Prenses Aleksandrina) 

Romanya'da Atatürk'ün ölüm haberi geldiği gün, bütün okullarda dersler tatil edildi. (Romanya-Rador Ajansı: Bükreş) 

 Milletimiz, en büyük Türk'ün karşısında kederli bir saygı ile eğilmektedir. (Romanya) Atatürk, başı dumanlı doruklarda yüce bir dağ tepesidir. Siz O'na yaklaştıkça o yükselir ve aranızdaki mesafe sonsuza değin aynı kalır. Devirlerinde büyük gözüken, zamanla küçülen benzerlerinden farkı budur ve böyle kalacaktır. (Arriba Gazetesi, Portekiz, 1938) 

Uzun bir yol aşılmış, yüce bir eser ortaya konmuş, bir çok zaferler elde edilmiştir. Bütün bunlar Atatürk'ün eseridir. (Polanya, Kurjer Warzavski Gazetesi) 

 O, Türkiye'yi kurmakla bütün dünya uluslarına Müslümanların seslerini duyuracak kudrette olduğunu ispat etti. Kemal Atatürk'ün ölümüyle Müslüman dünyası en büyük kahramanını kaybetmiştir. Atatürk gibi bir önder önlerinde bir ilham kaynağı olarak dikildiği halde Hind Müslümanları bugünkü durumlarına hâlâ razı olacaklar mı? (Muhammet Ali Cinnah-Kaidiâzam, Pakistan Cumhurbaşkanı, 1954) 

Bizim aslımız rengi uçmuş bir kıvılcım iken, O'nun bakışı ile cihanı kaplayan ve aydınlatan bir güneş haline geldik. (İkbal, Pakistan Millî Şairi) 

 'Atatürk'ün yaptıkları insanoğlunun kolay kolay yapabileceği şeylerden değildir. O; büsbütün başka bir insandı.' (El-Mısri Gazetesi, Mısır, 11 Kasım 1938) 

Türkler, Atatürk'ü olağanüstü bir tutkunlukla seviyorlar. Bursa'ya giderken trende rast geldiğim bir çocuğa İstanbul veya Ankara'dan hangisini sevdiğini sordum. Çocuk Ankara'yı sevdiğini söyledi. Nedenini sorduğumda: 'Ankara'da Atatürk bulunduğu için..' cevabını verdi. (Mısır, El Bela Gazetesi) 

 Yüzyılımızda, 'olmayacak hiçbir şey yoktur' şeklindeki tarihi gerçeği isbatlayan ilk adam olmuştur. (Eski Ujsag. Macar.) 

 Budapeşte, 20 (a,a) - Macar ajansı tebliğ ediyor: Başvekil İmredi, Atatürk'ün cenaze törenini yapılacağı 21 Kasım Pazartesi gününü Macaristan'ın millî yas günü sayarak bütün memlekette resmi binalara siyah bayraklar çekilmesini emretmiştir. Harbiye Nazırı ve Budapeşte Belediye Reisi de, askeri binalar ve belediye binaları için aynı kararı almışlar ve Belediye Reisi ayrıca, halkı da siyah bayrak çekmeye dâvet etmiştir. (Namzetti Ujsang Gazetesi, Budapeşte-1938) 

 Dünyanın çok nadir yetiştirdiği dahilerdendir. Dünya tarihinin gidişini değiştirmiştir. (An Nahar, Beyrut) 

Yüzyıldanberi Küçük Asya'nın çıkardığı en büyük lider. (The Japan Chronicle, Kobe) 

 'Hayatının sonuna kadar milleti'nin mutlak güveni ile kurduğu devletin başında muzaffer kumandanının kişiliği, eşi görülmemiş bir karakter örneğidir.' (Comte Carlo Sforza, İtalya Eski Dışişleri Bakanı) 

 Üstün iradesi, tükenmez cesareti ve eşsiz seziş ile hasımlarını dize getirdi. Fazilet ve ciddiyeti, üç yılda memleketine yalnız askeri, aynı zamanda tam ve doyurucu bir siyasi zafer kazandırdı. (F. Perrone Di San Martino, İtalyan Yazarı) 

 'Atatürk'ün ölümü ile dünya büyük bir liderini kaybetti.' (Gazeta Del Popolo Gazetesi, İtalya, 11 Kasım 1938) 

 (Lozan Üniversitesi salonunda, Lozan Türk Talebe Cemiyeti'nin hazırladığı törende.) 'Siz Türk gençleri, bugün Büyük Şef'inizi kaybettiğinizden dolayı ne kadar ağlasanız haklısınız. Üniversite, sizin bu büyük yasınıza katılmaktadır. Atatürk'ün bu Büyük Adam'ın hayatını burada az bir vakit içinde bildirmeye imkân yoktur. Bu dâhinin, vatanının tarihinde işgal ettiği parlak sayfaları size hatırlatmak isterim. Türkiye'yi yaratan, tarihimizin bu en Büyük Adam'ın başımı en derin hürmetle eğerek selâmlarım.' (Profesör MORRF) 

 'Atatürk, bir medeniyet kaynağı idi.' (İsviçre) Modern Türkiye'nin yaratıcısı Kemal Atatürk'ün eserleri, memleketi için yaptıkları İsveç'te çok iyi bilinmektedir. Atatürk'ün liderliği altında Türkiye'nin kalkınmasını, fevkâlâde ileri hamlelerini hayranlıkla takibettik. Atatürk'ün, hukuk alanında olduğu gibi, diğer alanlarda da getirdiği reformlarla Türkiye, içinde bulunduğu çok zor durumdan kurtarılıp kuvvetli ve güvenilir temeller üzerine yerleştirilmiştir. (ERLANDER, İsveç Başbakanı) 

 'Mustafa Kemal Atatürk, kuşkusuz 20. yüzyılda dünya savaşından önce yetişen en büyük devlet adamlarından biri, hiçbir millete nasip olmayan cesur ve büyük bir inkılâpçı olmuştur.' (Ben Gurion, İsrail Başbakanı, 1963) 

'Atatürk, askeri dehâ ile devlet adamı filozof dehâsını toplamıştır.' (İspanya) 

 İslam dünyasının büyük insan yetiştirme gücünü yitirdiğini öne sürenler, Atatürk'ü hatırlamalı ve utanmalıdırlar. (Tahran Gazetesi, İran, 1939) 

Atatürk'ün ölümü dolayısı ile Kraliyet Sarayı Şehinşâhi ve hükümet bir ay resmî yas ilân etmiştir. Majeste Şehinşah, gömme töreninin sonuna kadar İran'da askerî ve resmî binalar üzerinde ve yabancı ülkelerdeki İran temsilciliklerinde bayrakların yarıya indirilmesini emir buyurmuşlardır. Bu irade-i Şehinşahî bugün bütün gazetelerde ilân edilmiştir. (Tahran) 

 Bugün Türkiye, büyük ve yeni bir memlekettir. Ve savaş sonrasının dehşet, sefalet ve bitkinliğinden çıkmış olan bu yeni Türkiye, Atatürk'ün dimağında vücut bulmuştu. O, bu Türkiye'yi kendi elleriyle dünyaya getirdi. (Dela Mail Gazetesi) 

 Kadınlar başka hiçbir ülkede bu kadar hızla ilerlememişlerdir. Bir ulusun bu derece değişmesi, tarihte, gerçekten eşi olmayan bir olaydır. (İngiliz, Daily Telgraph Gazetesi) 

 Atatürk, yalnız Türk Milleti'nin değil, özgürlüğü uğruna savaşan bütün milletler önderiydi. O'nun direktifleri altında siz bağımsızlığınıza kavuştunuz. Biz de o yoldan yürüyerek özgürlüğümüze kavuştuk. (Bayan Sucheta KRIPALANI, Hint Parlamento Heyeti Başkanı) 

 Denilebilir ki onsuz, İslâm alemi yolunu bulabilmek için elli yıl daha bekleyecekti. (Fransız, Berthe Georges-Gaulis) 

Atatürk öldü. Barış kubbesinin Doğu sütunu yıkıldı. Artık evrende barışı kimse garanti edemez. Nitekim Avrupalı devlet adamları; O'nun 1930'da yaptığı uyarı ve tavsiyeleri dinlememiş ve dünyayı 1939 yılında ikinci büyük savaş felâketinin içine sürüklemişlerdir. (Fransız Gazetesi Sanerwin) 

 Tarih çok büyükler gördü. İskenderler'i, Napolyon'ları, Washington'ları gördü. Fakat yirminci yüzyılda büyüklük rekorunu Atatürk, bu Türk oğlu Türk kırdı. (L'Illustration, Fransa) 

 'Atatürk, yirminci yüzyılın en büyük mucizesidir.' (National Tidence Gazetesi, Danimarka, 11 Kasım 1938) Eğer tarih bir kalbe sahip olsaydı, Mustafa Kemal'i mutlaka kıskanırdı. (Tchang Yang Yee Pan Gazetesi, Çin, 1958) 

'Atatürk, bütün Asya kıtasının Ata'sıdır.' (Çin) 

 'Biz Çinliler, hepimiz bu yasa katılıyoruz. Zira büyük bir milletin, çok sevilen Büyük Ata'sının ölümü, yalnız Türkiye için değil, aynı zamanda bizim kıtamızda ve bütün dünyada büyük bir boşluk bırakmaktadır.' (Çin Basını) 

 'Hiç bir ülke, Atatürk'ün Türkiye'sinin gördüğü değişiklikleri bu kadar hızlı bir şekilde görmemiştir. Bugünün Türkiye'sinin tarihi Mustafa Kemal'in tarihidir.' (Dness Gazetesi, Bulgaristan, 11 Kasım 1938) 

 Türkiye'nin uluslararası ünü, prestij ve otoritesi durmaksızın yükselmiştir. Milletine bu kadar az zamanda bu ölçüde hizmet edebilen tek devlet adamı Atatürk'tür. (Libre Belgique Gazetesi) 

 Bir yenilginin uçurumuna düştüğü halde, ilkin neticesiz sanılan İstiklâl Mücadelesini yapan Türk Milleti, önünde saygıyla eğilmeden bu satırlara son veremez. Zafer neşesiyle kendinden geçmiş bir diplomasinin kararını 'hayır' diyerek yırtmak ve yüzlerine fırlatmak örneğini biz Almanlar, Türklere borçluyuz. (Alman Askeri Dergisi Vissen Und Vehr) 

 Benim üzüntüm iki türlüdür; önce böyle büyük bir adamın kaybından dolayı bütün dünya gibi üzgünüm. İkinci üzüntüm ise, bu adamla tanışmak hususundaki şiddetli arzumun gerçekleşmesine artık imkân kalmamış olmasıdır. (Franklin ROOSEVELT, A.B.D. Başkanı)

İzmir Balçova Hatıra Ormanı - Baraj Yolu Yürüyüş Parkuru


İzmir Balçova Hatıra Ormanı - Baraj Yolu Yürüyüş Parkuru

Burası, İzmir Balçova Dede dağı eteklerindeki Baraj vadisinde sizi selamlıyan harika bir mekan. Termal Otelden içeriye girip, yaklaşık 1 km ilerleyip, çıkacağınız hafif bir yükseltiden sonra Güzel İzmir'in Güzelim körfezi eşsiz panoramik görüntüsüyle adeta sizleri selamlıyor. Doğa tüm haşmetiyle size merhaba diyor ve bağrına basmaya hazır, haydi gel diyor. Çoğu Balçovalı buraları iyi bilir, ama İzmirlilerin geneli için bunu söylemek zor. Buralarda kendinizi bazen Karadenizin yaylalarında bazen de hayalinizdeki kent yaşamından uzak bir kırsal alanda gibi hissedersiniz. Spor için, piknik için, doğa yürüyüşü için, sağlıklı yaşam yürüyüşleri için önerilebilecek harika yerlerdir buraları. Uzun söze ne gerek, gelip, görmek gerektir asıl olan. Size görsel bir sunu ile buraları anlatmak istedim.

Hoşnut kalacağınız inancıyla, Dost kalın, dostlukla kalın,

Yaşamda her şey gönlünüzce olsun.

22 Aralık 2008 Pazartesi

İzmir Balçova İnciraltı Kent Ormanı

video 

Güzel İzmir'in en güzel doğal yaşam alanlarından görülesi bir yer. İçerisinde, yüzlerce kuş türü için doğal yaşam alanı, spor yapmak isteyenler için harika bir ortam  ve yürüyüş yolları, piknikçiler için özel alanlar, amatör balıkçılar için avlanma alanları, yüzcerce bitki türünü barındıran botanik bahçesi, bir yanında izmir körfezi, karşısında Çatalkaya'nın tüm görkemiyle sizi selamladığı Dede dağı ve orman. İzmir'in ünlü imbatının sizi adeta okşadığı sahili ile Güzel İzmir'in mutlaka görülmesi gereken bir bölgesidir İnciraltı Kent Ormanı. 

Sizlere buraya özel teknik yada diğer ayrıntılı bilgileri sunacak değilim. O bilgileri belediyelerin yada kente özel web sayfalarının arasından nasıl olsa bulabilirsiniz. Ben sizlere, beni çok etkilediği için, bu güzelliği sizlerle paylaşmak istedim. Sizleri bu bölgeyle tanıştırmak için kısa bir görsel sunu hazırladım. Doğa, deniz, güneş, orman, görsel güzellikler., Hepsi ama hepsi birarada ve böyle güzellikler heryerde bulunmaz. 

Haydi o harika ortamı görmeye,  solumayı ve de izlemeye çağırıyorum sizleri. 

Dostluk dileklerimle. Dost kalın, dostlukla kalın.  
     .......................... 

İNCİRALTI İzmir Büyükşehir Belediyesi, şehrin değişik bölgelerinde kent ormanı kurmak için çalışmalarını aralıksız sürdürüyor. İzmir’in ilk Kent Ormanı, toplam 2 milyon metrekarelik düzenleme alanının 622 bin metrekaresi ağaçlandırılarak İnciraltı’nda oluşturuldu. 40 bin ağacın dikildiği İnciraltı Kent Ormanı, İzmirlilerin günün her saati kullandıkları, deniz ve yeşilin birleştiği bir ortamda spor, yürüyüş, gezinti ve piknik yapabildiği bir alana dönüştü.

Kızılderililer

video
 

KIZILDERİLİLER

2-4 Temmuz 1999 tarihleri arasında Denizli’de yapılan “Yedinci Türk Dünyası Dostluk Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayı”na katılan Onayda Kızılderili kabilesi reisi ve Amerika Yerlileri Sosyal İşler Daire Başkanı M. Franklin Keel’in konuşması kurultaya katılan delegeler üzerinde büyük bir etki yarattı. Kızılderililer hakkında geniş bilgi veren Keel, Kızılderililerin (atalarının) Baykal Gölü ve Yenisey-Tuva bölgelerinden Amerika kıtasına, Alaska üzerinden göç ettiklerini ifade etti. Kızılderililer ile Türklerin DNA testlerinin aynı olduğunu ve ayrıca Kızılderili genlerinin Türklerin genleriyle benzeştiğini belirtti. Amerika’da diğer bir Türk nüfusu da Kamçatka Yarımadası’ndan Alaska’ya göçen Saka Türkleridir. M.Ö. 1500 yıllarında Göktürk alfabesi ile yazılmış Saka Beyinin hikâyesini anlatan taş tablet, bu göçü kanıtlamaktadır. Fransız dil bilimcisi Dumesnil ise, Kızılderili dilinde 320 kadar Türkçe kelime tespit etmiştir.

Çin kayıtlarında da Türkler, kızıl saçlı, bronz tenli ve mavi gözlü olarak anlatılmaktadır. Kızılderililerin dini inancı da Orta Asya’da inanılan Şaman dininin bir uzantısıdır. Bu din; insanı doğanın bir parçası olarak kabul eder ve evrenin tümünün büyük ve tek bir ruh tarafından yönetildiğine inanırdı.

Büyük önder Atatürk’te Amerika’da yaşayan Maya uygarlığına ilgi duymuş ve Türk bilim adamlarına bu konu üzerinde araştırma yapmaları için talimat vermiştir. Nedense biz Türkler her zaman Kızılderililere karşı bir sempati duymuşuzdur. Çünkü onların karakter ve yaşama bakışları bizim karakterimize uygundur. Zaten Büyük Mevlana’nın tasavvuf düşüncesi de Kızılderililerin dünya ve din anlayışına yakın bir görüştür.

Şimdi bu felsefeyi daha iyi anlamak için, Kızılderili şef Seattle’in , beyaz göçmenleri yerleştirmek üzere kendilerinden toprak isteyen A.B.D. Başkanına 1854 yılında yazmış olduğu mektuba bir göz atalım. Mektubun aslı Amerika, Seattle, Squamish Müzesinde korunmaktadır. Bu mektup, İnsan ve doğa diyalektiğini en güzel biçimde dile getiren metinlerden biri olarak günümüzde çok daha fazla bir değer taşımaktadır.

Yüzyıllardır halkımın üzerine merhamet gözyaşları döken şu sonsuz gökyüzü bir gün değişebilir. Bugün açık gözüken gökyüzü yarın bulutlarla kaplanabilir. Sözlerim, asla yer değiştirmeyen yıldızlar gibidir. Şef Seattle her ne söylerse, Washington'daki büyük Şef ona, güneşin ya da mevsimlerin dönüşüne inandığı ölçüde inanabilir.

Washington'daki büyük Şef bize dostluk ve iyilik dilekleriyle birlikte bizden topraklarımızı satın almak istediğini bildirmiş. Onun, bizim arkadaşlığımıza çok fazla ihtiyacı olmadığını biliyoruz. Merak ediyoruz ki; gökyüzünü ve toprağın sıcaklığını nasıl satın alabilir ya da satabilirsiniz?

Bu toprakların her parçası halkım için kutsaldır. Çam ağaçlarının parıldayan iğneleri, vızıldayan böcekler, beyaz kumsallı sahiller, karanlık ormanlar ve sabahları çayırları örten buğu; halkımın anılarının ve geçirdiği yüzlerce yıllık deneylerin bir parçasıdır.

Ormandaki ağaçların damarlarında dolaşan su, atalarımızın anılarını taşır; biz buna inanırız. Beyazlar için durum böyle değildir. Bir beyaz, öldükten sonra yıldızlar alemine göç ettiği zaman, doğduğu toprakları unutur. Bizim ölülerimiz ise bu toprakları unutmaz. Çünkü Kızılderili, gerçek anasının toprak olduğuna inanır.

Washington'daki Büyük Beyaz Reis bizden toprak almak istediğini yazıyor. Bu bizim için büyük bir fedakarlık olur. Büyük Beyaz Reis, bize rahat yaşayacağımız bir yerin ayrılacağını, bize babalık edeceğini, biz Kızılderililerin ise onun çocukları olacağımızı söylüyor. Bu önerinizi düşüneceğiz. Ama yine de bunun kolay olmayacağını itiraf ederim.

Çünkü bu topraklar bizim için kutsaldır. Nehirlerin ve ırmakların suyu, bizim için sadece akıp giden su değildir; atalarımızın kanıdır aynı zamanda. Bu toprakları size satarsak, bu suların ve toprakların kutsal olduğunu çocuklarınıza öğretmeniz gerekecek. Biz nehirleri ve ırmakları kardeşimiz gibi severiz. Siz de aynı sevgiyi gösterebilecek misiniz kardeşlerimize ?

Biliyorum, beyaz adam bizim gibi düşünmez. Beyazlar için bir parça toprağın diğerinden farkı yoktur. Beyaz adam topraktan istediğini almaya bakar ve sonra yoluna devam eder. Çünkü toprak beyaz adamın dostu değil, düşmanıdır. Beyaz adam topraktan istediğini alınca başka serüvenlere atılır..

Beyaz adam annesi olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. Onun bu ihtirasıdır ki, toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecektir.

Beyaz adamın kurduğu kentleri de anlayamayız biz Kızılderililer. Bu kentlerde huzur ve barış yoktur. Beyaz adamın kurduğu kentlerde, bir çiçeğin taç yapraklarının açarken çıkardığı tatlı sesler, bir kelebeğin kanat çırpışları duyulmaz.

Belki bir vahşi olduğum için anlayamıyorum ama, benim ve halkım için önemli olan şeyler oldukça başka. İnsan bir su birikintisinin etrafına toplanmış kurbağaların, ağaçlardaki kuşların ve doğanın seslerini duymadıkça, yaşamın ne değeri olur?

Bir Kızılderiliyim ve anlamıyorum. Biz Kızılderililer, bir su birikintisinin yüzünü yalayan rüzgarın sesini ve kokusunu severiz. Çam ormanının kokusunu taşıyan ve yağmurlarla yıkanıp temizlenmiş meltemleri severiz.

Hava önemlidir bizim için. Ağaçlar, hayvanlar ve insanlar aynı havayı koklar. Beyaz adam için bunun da önemi yoktur. Ancak size bu toprakları satacak olursak, havanın temizliğine önem vermeyi de öğrenmeniz gerekir.

Çocuklarınıza havanın kutsal olduğunu öğretmeniz gerekir. Hem nasıl kutsal olmasın ki hava? Atalarımız doğdukları gün ilk nefeslerini onun sayesinde almışlardır. Ölmeden önce son nefeslerini de gene bu havadan almazlar mı? Toprak satmamız için yaptığınız öneriyi inceleyeceğiz. Eğer önerinizi kabul edecek olursak, bizim de bir koşulumuz var; Beyaz adam bu topraklar üzerinde yaşayan bütün canlılara saygı göstersin.

Ben bir vahşiyim ve başka türlü düşünemiyorum. Yaylalarda cesetleri kokan binlerce buffala gördüm. Beyaz adam trenle geçerken vurup öldürüyor bu hayvanları sadece eğlenmek için. Dumanlar püskürten bu demir atın bir buffalodan daha değerli olduğuna aklım ermiyor.

Biz sadece yaşayabilmek için avlardık buffaloları. Bütün hayvanları öldürecek olursanız nasıl yaşayabilirsiniz? Canlıların yok edildiği bir dünyada insan ruhu yalnızlık duygusundan ölür gibi geliyor bize. Unutmayın, bugün diğer canlıların başına gelen yarın insanın başına gelir. Çünkü bütün hepsinin arasında bir bağ vardır.

Şu gerçeği iyi biliyoruz: Toprak insana değil, insan toprağa aittir. Ve bu dünyadaki her şey, bir ailenin fertlerini birbirine bağlayan kan gibi, ortaktır ve birbirine bağlıdır. Bu nedenle de dünyanın başına gelen her felaket insanoğlunun da başına gelmiş sayılır.

Bildiğimiz bir gerçek daha var; Sizin Tanrınız bizimkinden başka bir Tanrı değil. Aynı Tanrının yaratıklarıyız. Beyaz adam bir gün bu gerçeği de anlayacak ve kardeş olduğumuzu fark edecektir. Siz Tanrınızın başka olduğunu düşünmekte serbestsiniz.

Ama hepimizi yaratan Tanrı için Kızılderili ile beyazın farkı yoktur. Ve Kızılderililer gibi Tanrı da toprağa değer verir. Bu toprağa saygısızlık, Tanrının kendisine saygısızlıktır. Beyaz adamı bu topraklara getiren ve Kızılderili’yi boyunduruk altına alma gücünü veren Tanrının adaletini anlayamıyoruz.

Tıpkı buffaloların öldürülüşü, ormanların yakılışı, toprağın kirletilişini anlamadığımız gibi. Bir gün bakacaksınız gökteki kartallar, dağları örten ormanlar yok olmuş, yabani atlar ehlileştirilmiş ve her yer insanoğlunun kokusuyla dolmuş. İşte o gün insanoğlu için yaşamın sonu ve varlığını devam ettirebilme mücadelesinin başlangıcı olacak.

Gündüz ve gece bir arada olamaz. Kızılderililer her zaman beyazlardan tıpkı sabah sislerinin güneşten kaçtığı gibi kaçmışlardır. Bütün bunlara rağmen, teklifinizi tartışacağız. Ve umuyorum ki, halkım bunu kabul edecek ve Büyük Beyaz Şefin vaat ettiği üzere beraber barış içinde yaşayacağız.

Böylece Ay birkaç kez daha doğacak, bir kaç kış daha geçecek. Bu geniş topraklara yerleşmiş ve mutluluk içinde yaşamış olan neslimiz, daha önce bizden daha güçlü ve daha umut dolu yaşamış insanlarımızın mezarları başında yas tutacaklar. Ama, niye insanlarımın kaderi için yas tutayım ki ?

Tıpkı deniz dalgaları gibi kabileler kabileleri, uluslar ulusları takip ediyor. Bu doğanın düzenidir ve teessüf gerekmez. Yok oluşumuz çok uzak olabilir ama kesinlikle bir gün gerçekleşecek; Son Kızılderili yok olup, kabilemin hatıraları beyazlar için bir tarih olduğunda, bu kıyılar kabilemin görünmez cesetleriyle kaynaşacak.

Çocuklarınızın çocukları kendilerini bir dükkanda, bir yolda, boş bir yerde yalnız olarak düşündüğünde aslında yalnız olmayacaklar. Dünyanın hiçbir yerinde tamamen ıssız bir yer yoktur.

Geceleri, şehir ve kasabalarınızın caddeleri boşalmış gibi görünse de, aslında, bir zamanlar oralarda yaşamış ve bu güzel toprakları gerçekten seven ruhlarla dolu olacaktır. Beyaz adam asla yalnız kalamayacaktır. Beyaz adamın, benim insanlarıma saygı göstermesini sağlamalısınız, çünkü; ölüler güçsüz değildir.

Ölüm mü dedim? !.. Ölüm diye bir şey yoktur ki, sadece dünya değiştirir insan. Şef Seattle, 1854

Şef Seattle; “ Aynı Tanrının çocuklarıyız. Doğadaki canlı ve cansız her şeyle kardeşiz.” diyor. Bir başka konuşmasında da “ Siz topraklarımızın derisini yüzüyorsunuz” demiştir.

Halkının zulüm göreceğini ve yok edileceğini görmüştür. 50.000.000’nun üzerinde Kızılderili soykırıma uğratıldıktan sonra, bugün Amerika’da ağır şartlar altında yaşayan tüm Kızılderililerin toplam sayısı yaklaşık 2.500.000 kişidir

Bartolomè de Las Casas tarafından 1542'de İspanya Prensi II. Philip'e ithaf edilerek yazılan Kızılderili Katliamı, Amerika kıtasının nasıl ele geçirildiğini eski dünyanın gözlerinin önüne sermiş ve birçok dile tercüme edilmiş çarpıcı bir tarihi eserdir;

“ Sırf eğlence olsun diye, kadın erkek demeden yerli halkın ellerini, burunlarını ve kulaklarını kesip kopardıklarını ve bunun bölgenin değişik yerlerinde defalarca tekrarladığını kendi gözlerimle gördüm. Bazen de insanların üzerine köpek saldıklarına, yerlilerin bu şekilde paramparça edildiğine, çok sayıda evi ve yerleşim merkezini yaktıklarına şahit oldum. Memeden kesilmemiş bebekleri annelerinin göğsünden alarak onları en uzağa fırlatma konusunda birbirleriyle yarıştılar..."

Şef Seattle, o günden bu güne dünya görüşü değişmeyen A.B.D.’nin politikalarının öyle veya böyle eninde sonunda iflas edeceğini de öngörmüştür.

( Mustafa Süreyya SEZGİN - musugin@superonline.com - İnternet ortamında ileti gruplarına gönderilen pps sunusundan yeniden düzenlenerek aktarılmıştır.)

--------------------------

Kızılderili Reisi Seattle’ın, kabilesinin yaşadığı toprakları satın almak isteyen ABD başkanı’na 1885’te yazdığı mektup..

19.yüzyıldan, 21.yüzyılı gören mektubun özeti...

Gökyüzünü, toprağın sıcaklığını nasıl satın alabilir ya da satabilirsiniz? Bunu anlamak bizler için çok güç...

Çam ağaçlarının pırıldayan iğneleri, Vızıldayan böcekler, ak kumsallı kıyılar, karanlık ormanlar ve sabahları çayırları örten buğu, Halkımın anılarının ve yüzlerce yıllık deneyimlerinin bir parçasıdır.

Ormanlardaki ağaçların damarlarında dolaşan su, atalarımızın anılarını taşır.Biz buna inanırız...

Washington’daki büyük reis bizden toprak istediğini yazıyor.Bu bizim için çok büyük bir özveri olur...

Çayırların ve ırmakların suyu bizim için yalnızca akıp giden su değildir; atalarımızın kanıdır aynı zamanda.

Bu toprakları size satarsak,bu suların ve toprakların kutsal olduğunu çocuklarınıza da öğretmeniz gerekecek.

Biz çayırları ve ırmakları kardeşlerimiz gibi severiz...

Biliyorum, beyazlar bizim gibi düşünmezler. Beyazlar için bir parça toprağın ötekinden ayrımı yoktur. Beyaz adam topraktan almak istediğini almaya bakar ve sonra yoluna devam eder. Çünkü toprak beyaz adamın dostu değil, düşmanıdır...

Beyaz adam anası olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alınıp satılacak şeyler gözüyle bakar.

Onun bu ihtirasıdır ki toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecek.

Beyaz adamın kurduğu kentleri de anlamayız biz Kızılderililer.

Bu kentlerde huzur ve barış yoktur.Bir çiçeğin taçyapraklarının açarken çıkardığı tatlı sesler, bir kelebeğin kanat çırpışları duyulmaz...

Ben bir vahşiyim. Başka türlü düşünemiyorum.Yaylalarda cesetleri kokan binlerce buffalo gördüm. Beyaz adam trenle geçerken vurup vurup öldürüyordu bunları.

Dumanlar püskürten bir demir atın buffalodan daha değerli sayılışına aklım ermiyor.

Biz yalnızca yaşayabilmek için öldürürüz hayvanları.

Tüm hayvanları öldürecek olursanız nasıl yaşayabilirsiniz?

Canlıların yok edildiği bir dünyada insanın ruhu yalnızlıktan ölür gibi geliyor bize. Unutmayın, bugün canlıların başına gelen yarın insanların başına gelir...

Birgün bakacaksınız ki; göklerdeki kartallar, dağları örten ormanlar yok olmuş. Yabani evcilleştirilmiş ve her yer insan kokusuyla dolmuş.

İşte o gün insanoğlu için yaşamının sonu ve varlığını sürdürebilme savaşımının başlangıcı gelip çatmış olacak.

Kızılderili reisi Seattle’ın mektubu, dünyanın içinde bulunduğu durumu BM’nin raporundan çok daha acı ve gerçekçi biçimde anlatmaya yetiyor.

Reis Seattle, BM raporunu duyduysa bulutların üzerinden acı acı gülümseyip söylenmiştir:

“Gidecek başka dünyanız var mı? Doğayı yok etme pahasına kazandığınız milyarlarla bir gezegen satın alabilirmisiniz,

Temiz bir atmosfer edinebilir misiniz?”

video

 

( Cumhuriyet 18 Şubat 2007, Mustafa Balbay yazısı esas alınarak Doğan Özgezgin ozgezgin@yahoo.com adresinden İnternet ortamında ileti gruplarına gönderilen pps sunusundan yeniden düzenlenerek aktarılmıştır.)

-------------------------