5
Aralık tarihi, hem Dünya Kadın Hakları günü, hem 1934 yılında
Türk kadınına seçme ve seçilme hakkının verildiği gün olarak
kadınlarımızı onurla, gururla andığımız bir gün…
Emperyalizme
karşı bir mazlum milletin, yeryüzünün ilk büyük ve şanlı
direnişi Kurtuluş Savaşı’nı tamamlamasından sonra Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucusu Gâzi Mustafa Kemal’in öncülüğünde
yapılan demokratik değişimlerle, birçok Batı ülkesinden çok
daha önce, 5 Aralık 1934 günü, Türk kadınına seçme ve seçilme
hakkı verildi ve 17 milletvekillik bir kontenjan ayrıldı…
Kuşkusuz,
yalnızca kadın hakları konusunda değil, laik, parasız ve karma
eğitim, bağımsız yargı, yasalar karşısında yurttaş eşitliği
ve daha birçok konuda önemli değişimlere yol açmış Cumhuriyet
Kültür Devrimi sürecinde kadınlarımızın yalnızca “bekleyen”
edilgen bir özne olmadıklarını, dişle, tırnakla varlıklarını
kanıtladıklarını, Kurtuluş Savaşı’nda da, sonrasında da,
Kybele analara, Tanrıça Umaylara yakışan bir duruş ve mücadele
sergilediklerini vurgulamakta da yarar olacaktır.
Kurtuluş
Savaşı, Anadolu ve Urumeli kadınının tarih sahnesinde var
oluşunu kanıtladığı bir şanlı direniş olarak da tarihe
geçmiştir. Kurtuluş Savaşı kahramanlarından ve sonrasının
devrimci Maarif Vekili, genç yaşta aramızdan ayrılmış Mustafa
Necati, savaş yıllarında Çankırı yöresinde rastladıkları bir
kağnı kolunu şöyle anlatır:
“Biz
soğuktan yamçılar altında bile titrerken tek yorganını da
arabaya örten bir ninenin çıplak ayaklarıyla karları çiğnediğini
görünce içimden takdirle karışık bir merhamet sızladı;
arkasına sardığı peştamalı içinde arasına hıçkıran bir
çocuğun üzerine bile örtmeden yorganını niçin arabaya
serdiğini sormak fikrini duydum (…)
‘Kar
serpeliyor, millet malıdır nem kapmasın evladım!’ dedi ve
yorganın uçlarını iyice serdi.” (Alıntılayan Zeki Sarıhan,
Kurtuluş Savaşı Kadınları, s. 12)
Bir
kısmı İstanbul’dan gizlice kaçırılan, çoğunluğu ise
Sovyetler’den deniz yoluyla önce Trabzon’a, arkasından
İnebolu’ya gelen cephanenin Ankara’ya doğru sevk işini
gerçekleştirenler neredeyse tamamen kadınlardır. Birden çok
kaynakta yer alan, Kastamonu girişinde gece soğuktan donup kaskatı
kalmış, sabahında ölüsü bulunmuş bir kadının kağnısından
gelen ağlama sesiyle bulunan yaşamakta olan küçük bebek, (Zeki
Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Kadınları, s 234), Sakarya Savaşı
sırasında yaralanıp Keskin hastanesine götürülen Albay Hulusi
(Atak)’ın tanık olduğu bir doğum olayı Anadolu kadınının
erkeğinden geri kalmayan mücadeleci ruhunu vurgulayan önemli
olaylardır. “Cephane kollarında bulunan hamile bir kadın bir
erkek çocuk doğurmuştu. Bu kadını hastaneye yatırmak üzere
geriye çevirmek istediler. Fakat yorgunluk ve çektiği ıstıraplarla
benzi solmuş olan hasta kadın: Cephedeki silah cephane bekliyor,
oraya cephane yetiştirmeliyim. Geriye dönemem dedi.” (Alıntılayan
Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Kadınları, s. 241)
Amerikalı
kadın yazar Ann Biridge’nin Devrim Yolu adlı kitabı da
İnebolu-Ankara yolunda silah ve cephane ulaşımını anlatır.
“Daha şaşırtıcı olanı bu insanların dörtte üçünden
fazlasının kadın oluşuydu. Pembe eteklikli bölgesel giysiler ve
parlak çiçekli şalvarlar giyen kadınların bazıları sırtlarına
sarılı yükle beraber, kucaklarında emzikli bebeklerini
taşıyorlar, bazılarının arkasında ise kaygan çamurda kısa
adımlarla yürüyen iki veya üç küçük çocuk bulunuyordu. (…)
Henüz hiçbir heykeltıraşın taş üzerinde şekillendiremediği,
ağır yük taşıyan kadınlar analarının yanında otlayan
buzağılar gibi onların ardında yürüyen çocuklara ait
heykelleşmiş görüntüler, karlar altında ve dondurucu soğukta
yorgun argın yol alacaklardı.” (Alıntılayan, Zeki Sarıhan,
Kurtuluş Savaşı Kadınları, s. 245)
Fransız
Petit Parisien muhabiri Schliklen’in 3 Mayıs 1922 tarihli, beş
gün sonra Kuvayı Milliye’ye düşmanca yazılarıyla tanınan
Peyamı Sabah’ta yayımlanan gözlemleri de ilginçtir “(…)Sırf
kadınlardan oluşan öyle kafilelere rastladım ki, doğrudan
doğruya sırtlarında harp eden orduya mahsus obüs sandıkları,
yiyecek taşıyorlardı. Bu halkı böyle harekete geçiren hiçbir
kanuni mecburiyet değildir.” (Alıntılayan, Zeki Sarıhan,
Kurtuluş Savaşı Kadınları, s. 246)
Tarihçi
Lord Kinross’un anlattıklarını da anmakta yarar olabilir:
“Şalvarlı, cepkenli ve yün dolaklı kadınlar kağnılarını
dağlardan, tepelerden aşırarak, saatte beş kilometrelik bir hızla
yüzlerce kilometre uzaklıktaki cepheye doğru yol alıyorlar,
kağnılar Sümerler zamanındaki gibi gıcırtılı sesler çıkararak
ilerliyordu. Kadınların çoğu, bebeklerini sırtlarına
bağlamışlar. Top mermilerini ve cephane sandıklarını kağnılara
yüklüyorlar. Omuzlarına birer mermi yükleyerek taşıyorlar, çoğu
zaman çocuklarının yağmurda kalmasını göze alarak,
çocuklarının örtülerini yağmurdan korumak için top
mermilerinin üzerine dikkatle örtüyorlardı. Kağnılar kırılıp
yolda kalınca içindekileri sırtlarına yükleyip kilometrelerce
taşıyorlardı. Evlerinde kalan kadınlar ise, hayvanlara, araçlara
Hükümetçe el konulmuş olmasına aldırış etmeden tohum ekiyor,
çapa yapıyor, ekip biçiyor ve savaşan orduya yiyecek yetiştirmeye
çalışıyordu.” (Alıntılayan, Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı
Kadınları, s. 247)
Yalnızca
cephane taşıma içinde değil, cephede tetik çekerek savaşa
katılan kadınlar da vardır. “Yörük Ali’nin adı her tarafta
dolaştı. Başına daha çok kızanlar toplandı. Bunlar arasında
birçok kadın vardı. Hepsi silahlı idi. Bunlar içindeki Emire
Ayşe yaman bir çeteci idi. Çok cesur bir nişancı idi.” (Enver
Behnan Şapolyo’dan alıntılayan, Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı
Kadınları, s. 275) İki oğlunu Kurtuluş Savaşı’nda şehit
vermiş Emire Ayşe, Büyük Taarruz’dan sonra binbaşı rütbesine
kadar yükselmiştir.
Kurtuluş
Savaşı’na gönüllü hemşire olarak katılan Halide Edip
sırasıyla onbaşı, çavuş ve başçavuş rütbelerini almıştır.
Bir
subayın eşi olan Erzurumlu Kara Fatma, kocasının ölümünden
sonra kendisi savaşa katılmış, müfreze komutanı olarak 1. ve 2.
İnönü savaşlarında birliğinin başında yer alıp üsteğmenliğe
kadar yükselmiştir. Kendisine bağlanan üsteğmenlik maaşını da
Kızılay’a bağışlayan bu kahraman kadın yoksulluk içindeyken
1955 yılında kendisine yeniden maaş bağlanır ve bir yıl sonra
1956 tarihinde de ölür. Kurtuluş Savaşı kahramanları arasında
savaşta vurularak ölen Halil Efe’nin eşi Gördesli Makbule’nin
adını anmadan geçmek olmayacaktır. Tarsuslu Kara Fatma diye de
bilinen Adile Hala da sekiz kişilik çetesiyle Afyon savaşlarına
katılmıştır.
22
Mayıs 1922 tarihli İstanbul mitingi konuşmacılarından olan
üniversite öğrencisi Saime de hakkında tutuklama kararış
çıkınca Ankara’ya geçmiş, cephe gerisinde haber alma işlerinde
çalışmış ve İzmit’te yaralanmıştır.
Pembe
eteklikleriyle, parlak çiçekli şalvarlarıyla yabancı yazarların
gözüne girebilmeyi başarabilmiş bu kadınlar, ne yazık ki seksen
yıl sonra dahi kendi ülkelerinin geleneğini “çarşaf ve gönüllü
kabullenilmiş erkek egemen din baskısı olarak” gören liberal
geçinen aydınları tarafından bilinemeyecekler; çünkü onlar,
kendi ülke gerçekliklerini Ettienne Copeaux, Eric Jan Zürker gibi
Şarkiyatçı Batılılardan öğrenmeyi yeğleyeceklerdir (Bakınız,
Anadolu Rönesansı adlı kitabımda medeni kanun vb üzerine
açtığımız tartışmalar.)
Cumhuriyet’le
birlikte Anadolu’ya geçmiş çoğunluğu asker olan aydın Türk
erkeğinin karşısına çıkmış kırsal alandaki kadının kültür
ve edebiyattaki yeri de hızla farklılaşmaya başlayacaktır.
Kadının
toplumsal yapı içinde yer alma mücadelesinde Nezihe Muhiddin’in
çok önemli bir yeri olduğu yadsınamaz.16 Haziran 1923 tarihinde
Kadınlar Halk Fırkası kuruluşu için başvurur Nezihe Muhiddin.
Bu başvurusu, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın henüz adının
konmamış olduğu bir erken zamana aittir ve kadınlar seçme ve
seçme haklarına sahip olmadıklarından başvurusu geri çevrilince,
Nezihe Muhiddin Türk Kadınlar Birliği’ni kurar. O dönem
çalışmaları nedeniyle içinde bulunduğu aydın çevre tarafından
neredeyse linçe uğratılan Nezihe Muhiddin 1925-1927 yılları
arasında Türk Kadın Yolu adlı dergide mücadelesini sürdürmeye
devam etmiş, ne yazık ki, yine belli çevreler tarafından kurulan
bir komplo ile dergi ve örgütlenme çalışmalarından da
uzaklaştırılmıştır…
Kurtuluş
Savaşı yıllarına kadar yasalar karşısında neredeyse yok
sayılmış Türk kadınına 20 Mart 1930'da belediye seçimlerinde
seçme hakkı verildi. 1933'te, Köy Kanunu'nda yapılan
değişiklikle, köy heyetine seçilme olanağı da sağlandı. 5
Aralık 1934 tarihinde yapılan milletvekili seçimlerinde seçme ve
seçilme hakkı kazanan kadınlara mecliste 18 sandalye ayrılmıştı.
Cumhuriyet
dönemi romanında, kadın da etkin bir özne olmak doğrultusunda
adımlar atmaya başlar. Kurtuluş savaşı roman ve hikâyelerinin
karakterleri arasında kahramanlık gösteren kadınlar, kadın
öğretmenler yer alır. Yine de kadın ikincil cins olma, erkek
bakış açısıyla anlatılma özelliğinden kurtulamamıştır.
Yüzlerce yıllık Osmanlı yozlaşmasının toplumsal yaşamda geri
plana ittiği, ikincil cins olarak gördüğü kadının edebiyattaki
başkaldırış diyebileceğimiz, hak ettiği eşit cins yerine
dönüşünü sağlayan asıl büyük değişim ise ‘Köy
Enstitüleri’nin kurulması, bu okullardan çıkan halk kültürünün
derin dip dalgaları içinde yetişmiş yazarların ülkede bir
yenidendoğuş hamlesi gibi ortaya çıkması ile
gerçekleşebilmiştir.
5
Aralık Dünya Kadın Hakları Günü ve Türk Kadınına Seçme ve
Seçilme Hakkı Verilmesi Günü olarak kutlarken Halide Edip’ten
Nezihe Muhiddin’e kadın hakları için mücadele eden
kadınlarımızı da saygı ve minnetle anıyoruz…
Geleceğin
aydınlık, onurlu ve mutlu Türkiyesi kadınlarımızın vereceği
mücadele ile kurulacaktır…
Selam
olsun en az yarımız olan kadınlarımıza…
5
Aralık 2022, Alper Akçam
*
* * * * * * * *
KAYNAK:
“Alper Akçam” FACEBOOK SAYFASI
*
* * * ** * * * *