15 Aralık 2022 Perşembe

SARAYKÖYDEN YEMEN ELLERİNE GİDEN BİR ASKER: SARAYKÖYLÜ BİR HEMŞEHRİMİZE ...


SARAYKÖYLÜ BİR HEMŞERİMİZE İLİŞKİN HÜZÜN DOLU BİR PAYLAŞIM / Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk İhtilali

.......................................
Şahidi olduğum bir hadiseyi hüzünlü anmak isterim. 1928 yılında Adliye Vekili sıfatıyla Cumhuriyet Adliyesini teftiş ediyordum.

Denizli'de bir aralık hastaneyi ziyaret etmek istedim. Ziyaret ettim, hem hediyelerimi dağıtıyor, hem de hastaların hatırlarını soruyordum. Bir hasta ile aramda şöyle bir konuşma oldu.

“Hemşeri nasılsın?...”

Saçı sakalı karışmış, perişan bir hal gösteren hasta, dökük dişleri arasından bana birşeyler söyledi. Fakat ben bunları anlayamadım. Arapça mı, Farsça mı, Türkçe mi? Anlaşılmıyordu.

Hasta başını salladı ve sustu.

Doktorlardan öğrendim ki bu adamcağız Denizli' nin Sarayköy kazasından imiş. Henüz Yemen' den gelmiş. Sarayköyde akrabalarından kimseyi bulamamış. Kendi memleketinin havasıyla uyuşamamış ve hastalanarak, hastaneye düşmüş.

Hasta 50 yaşlarında vardı.

Aşağı yukarı Yemen' de 30 yıl kalmış...Orada unutulmuş. Cumhuriyet kurulunca İmam Yahya'nın yardımıyla memleketine dönebilmiş.

Fakat ne dönüş!...

Ana dili Türkçeyi unutacak hale gelmişve özmemleketin havasıyla uyuşamayarak hastanelere düşmüş.

Kim bilir bu gibi kardeşlerden daha nicelerinin haberlerini, ak saçlı ana ve babaları fersiz gözleriyle uzak yollara bakarak, hala beklemektedirler.....
* * * * * * * * *
KAYNAK: Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk İhtilali III, sh. 116, Cumhuriyet Yayınları
* * * * * * * * *

9 Aralık 2022 Cuma

Siz bunu ancak kaybettiğinizde anlayacaksınız / Muazzez İlmiye Çığ

 

Siz bunu ancak kaybettiğinizde anlayacaksınız / Muazzez İlmiye Çığ

-Kurtuluş savaşını yaşadık. Lozan'ın heyecanını, yokluğun rezaletini. Sonra Cumhuriyet ilan edildi. Ve ülke, bambaşka bir çehreye bürünmeye başladı. Hepimizin arzusu bir an evvel, adam olup memlekete yardım etmekti. Çünkü çok ihtiyacı vardı. Hiçbir şey yoktu. Yol yok, fabrika yok, okul yok. O 15 yıl içinde yapılanları hatırladıkça, şaşkınlığa düşüyorum.

- O gittiğiniz okullardaki gençlere de bunları mı anlatıyorsunuz?

-Evet, çünkü anlamıyorsunuz. Çünkü sizler, var olana doğdunuz. Sümer çocukları gibi. Onlar da, ''Bu şehirleri Tanrı'lar kurmuş, biz de buralarda yaşayalım'' demiş, aynen sizin gibi. Herkes atıp tutuyor şimdi. O zaman yaşanan sıkıntıları bilmeden. Bizler kazandığımız şeylerin değerini biliyoruz çünkü zor elde ettik.

Siz bunu ancak kaybettiğinizde anlayacaksınız.

Muazzez İlmiye Çığ

* * * * * * * * *

Sebahat Mayda Yavuz - “KÖY ENSTİTÜLERİ-HALKEVLERİ – 2” Facebook Gurubu

* * * * * * * * *


7 Aralık 2022 Çarşamba

 

KADINLAR, BİZİM KADINLARIMIZ / Alper Akçam…

5 Aralık tarihi, hem Dünya Kadın Hakları günü, hem 1934 yılında Türk kadınına seçme ve seçilme hakkının verildiği gün olarak kadınlarımızı onurla, gururla andığımız bir gün…

Emperyalizme karşı bir mazlum milletin, yeryüzünün ilk büyük ve şanlı direnişi Kurtuluş Savaşı’nı tamamlamasından sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gâzi Mustafa Kemal’in öncülüğünde yapılan demokratik değişimlerle, birçok Batı ülkesinden çok daha önce, 5 Aralık 1934 günü, Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı verildi ve 17 milletvekillik bir kontenjan ayrıldı…

Kuşkusuz, yalnızca kadın hakları konusunda değil, laik, parasız ve karma eğitim, bağımsız yargı, yasalar karşısında yurttaş eşitliği ve daha birçok konuda önemli değişimlere yol açmış Cumhuriyet Kültür Devrimi sürecinde kadınlarımızın yalnızca “bekleyen” edilgen bir özne olmadıklarını, dişle, tırnakla varlıklarını kanıtladıklarını, Kurtuluş Savaşı’nda da, sonrasında da, Kybele analara, Tanrıça Umaylara yakışan bir duruş ve mücadele sergilediklerini vurgulamakta da yarar olacaktır.

Kurtuluş Savaşı, Anadolu ve Urumeli kadınının tarih sahnesinde var oluşunu kanıtladığı bir şanlı direniş olarak da tarihe geçmiştir. Kurtuluş Savaşı kahramanlarından ve sonrasının devrimci Maarif Vekili, genç yaşta aramızdan ayrılmış Mustafa Necati, savaş yıllarında Çankırı yöresinde rastladıkları bir kağnı kolunu şöyle anlatır:

Biz soğuktan yamçılar altında bile titrerken tek yorganını da arabaya örten bir ninenin çıplak ayaklarıyla karları çiğnediğini görünce içimden takdirle karışık bir merhamet sızladı; arkasına sardığı peştamalı içinde arasına hıçkıran bir çocuğun üzerine bile örtmeden yorganını niçin arabaya serdiğini sormak fikrini duydum (…)

Kar serpeliyor, millet malıdır nem kapmasın evladım!’ dedi ve yorganın uçlarını iyice serdi.” (Alıntılayan Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Kadınları, s. 12)

Bir kısmı İstanbul’dan gizlice kaçırılan, çoğunluğu ise Sovyetler’den deniz yoluyla önce Trabzon’a, arkasından İnebolu’ya gelen cephanenin Ankara’ya doğru sevk işini gerçekleştirenler neredeyse tamamen kadınlardır. Birden çok kaynakta yer alan, Kastamonu girişinde gece soğuktan donup kaskatı kalmış, sabahında ölüsü bulunmuş bir kadının kağnısından gelen ağlama sesiyle bulunan yaşamakta olan küçük bebek, (Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Kadınları, s 234), Sakarya Savaşı sırasında yaralanıp Keskin hastanesine götürülen Albay Hulusi (Atak)’ın tanık olduğu bir doğum olayı Anadolu kadınının erkeğinden geri kalmayan mücadeleci ruhunu vurgulayan önemli olaylardır. “Cephane kollarında bulunan hamile bir kadın bir erkek çocuk doğurmuştu. Bu kadını hastaneye yatırmak üzere geriye çevirmek istediler. Fakat yorgunluk ve çektiği ıstıraplarla benzi solmuş olan hasta kadın: Cephedeki silah cephane bekliyor, oraya cephane yetiştirmeliyim. Geriye dönemem dedi.” (Alıntılayan Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Kadınları, s. 241)

Amerikalı kadın yazar Ann Biridge’nin Devrim Yolu adlı kitabı da İnebolu-Ankara yolunda silah ve cephane ulaşımını anlatır. “Daha şaşırtıcı olanı bu insanların dörtte üçünden fazlasının kadın oluşuydu. Pembe eteklikli bölgesel giysiler ve parlak çiçekli şalvarlar giyen kadınların bazıları sırtlarına sarılı yükle beraber, kucaklarında emzikli bebeklerini taşıyorlar, bazılarının arkasında ise kaygan çamurda kısa adımlarla yürüyen iki veya üç küçük çocuk bulunuyordu. (…) Henüz hiçbir heykeltıraşın taş üzerinde şekillendiremediği, ağır yük taşıyan kadınlar analarının yanında otlayan buzağılar gibi onların ardında yürüyen çocuklara ait heykelleşmiş görüntüler, karlar altında ve dondurucu soğukta yorgun argın yol alacaklardı.” (Alıntılayan, Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Kadınları, s. 245)

Fransız Petit Parisien muhabiri Schliklen’in 3 Mayıs 1922 tarihli, beş gün sonra Kuvayı Milliye’ye düşmanca yazılarıyla tanınan Peyamı Sabah’ta yayımlanan gözlemleri de ilginçtir “(…)Sırf kadınlardan oluşan öyle kafilelere rastladım ki, doğrudan doğruya sırtlarında harp eden orduya mahsus obüs sandıkları, yiyecek taşıyorlardı. Bu halkı böyle harekete geçiren hiçbir kanuni mecburiyet değildir.” (Alıntılayan, Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Kadınları, s. 246)

Tarihçi Lord Kinross’un anlattıklarını da anmakta yarar olabilir: “Şalvarlı, cepkenli ve yün dolaklı kadınlar kağnılarını dağlardan, tepelerden aşırarak, saatte beş kilometrelik bir hızla yüzlerce kilometre uzaklıktaki cepheye doğru yol alıyorlar, kağnılar Sümerler zamanındaki gibi gıcırtılı sesler çıkararak ilerliyordu. Kadınların çoğu, bebeklerini sırtlarına bağlamışlar. Top mermilerini ve cephane sandıklarını kağnılara yüklüyorlar. Omuzlarına birer mermi yükleyerek taşıyorlar, çoğu zaman çocuklarının yağmurda kalmasını göze alarak, çocuklarının örtülerini yağmurdan korumak için top mermilerinin üzerine dikkatle örtüyorlardı. Kağnılar kırılıp yolda kalınca içindekileri sırtlarına yükleyip kilometrelerce taşıyorlardı. Evlerinde kalan kadınlar ise, hayvanlara, araçlara Hükümetçe el konulmuş olmasına aldırış etmeden tohum ekiyor, çapa yapıyor, ekip biçiyor ve savaşan orduya yiyecek yetiştirmeye çalışıyordu.” (Alıntılayan, Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Kadınları, s. 247)

Yalnızca cephane taşıma içinde değil, cephede tetik çekerek savaşa katılan kadınlar da vardır. “Yörük Ali’nin adı her tarafta dolaştı. Başına daha çok kızanlar toplandı. Bunlar arasında birçok kadın vardı. Hepsi silahlı idi. Bunlar içindeki Emire Ayşe yaman bir çeteci idi. Çok cesur bir nişancı idi.” (Enver Behnan Şapolyo’dan alıntılayan, Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Kadınları, s. 275) İki oğlunu Kurtuluş Savaşı’nda şehit vermiş Emire Ayşe, Büyük Taarruz’dan sonra binbaşı rütbesine kadar yükselmiştir.

Kurtuluş Savaşı’na gönüllü hemşire olarak katılan Halide Edip sırasıyla onbaşı, çavuş ve başçavuş rütbelerini almıştır.

Bir subayın eşi olan Erzurumlu Kara Fatma, kocasının ölümünden sonra kendisi savaşa katılmış, müfreze komutanı olarak 1. ve 2. İnönü savaşlarında birliğinin başında yer alıp üsteğmenliğe kadar yükselmiştir. Kendisine bağlanan üsteğmenlik maaşını da Kızılay’a bağışlayan bu kahraman kadın yoksulluk içindeyken 1955 yılında kendisine yeniden maaş bağlanır ve bir yıl sonra 1956 tarihinde de ölür. Kurtuluş Savaşı kahramanları arasında savaşta vurularak ölen Halil Efe’nin eşi Gördesli Makbule’nin adını anmadan geçmek olmayacaktır. Tarsuslu Kara Fatma diye de bilinen Adile Hala da sekiz kişilik çetesiyle Afyon savaşlarına katılmıştır.

22 Mayıs 1922 tarihli İstanbul mitingi konuşmacılarından olan üniversite öğrencisi Saime de hakkında tutuklama kararış çıkınca Ankara’ya geçmiş, cephe gerisinde haber alma işlerinde çalışmış ve İzmit’te yaralanmıştır.

Pembe eteklikleriyle, parlak çiçekli şalvarlarıyla yabancı yazarların gözüne girebilmeyi başarabilmiş bu kadınlar, ne yazık ki seksen yıl sonra dahi kendi ülkelerinin geleneğini “çarşaf ve gönüllü kabullenilmiş erkek egemen din baskısı olarak” gören liberal geçinen aydınları tarafından bilinemeyecekler; çünkü onlar, kendi ülke gerçekliklerini Ettienne Copeaux, Eric Jan Zürker gibi Şarkiyatçı Batılılardan öğrenmeyi yeğleyeceklerdir (Bakınız, Anadolu Rönesansı adlı kitabımda medeni kanun vb üzerine açtığımız tartışmalar.)

Cumhuriyet’le birlikte Anadolu’ya geçmiş çoğunluğu asker olan aydın Türk erkeğinin karşısına çıkmış kırsal alandaki kadının kültür ve edebiyattaki yeri de hızla farklılaşmaya başlayacaktır.

Kadının toplumsal yapı içinde yer alma mücadelesinde Nezihe Muhiddin’in çok önemli bir yeri olduğu yadsınamaz.16 Haziran 1923 tarihinde Kadınlar Halk Fırkası kuruluşu için başvurur Nezihe Muhiddin. Bu başvurusu, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın henüz adının konmamış olduğu bir erken zamana aittir ve kadınlar seçme ve seçme haklarına sahip olmadıklarından başvurusu geri çevrilince, Nezihe Muhiddin Türk Kadınlar Birliği’ni kurar. O dönem çalışmaları nedeniyle içinde bulunduğu aydın çevre tarafından neredeyse linçe uğratılan Nezihe Muhiddin 1925-1927 yılları arasında Türk Kadın Yolu adlı dergide mücadelesini sürdürmeye devam etmiş, ne yazık ki, yine belli çevreler tarafından kurulan bir komplo ile dergi ve örgütlenme çalışmalarından da uzaklaştırılmıştır…

Kurtuluş Savaşı yıllarına kadar yasalar karşısında neredeyse yok sayılmış Türk kadınına 20 Mart 1930'da belediye seçimlerinde seçme hakkı verildi. 1933'te, Köy Kanunu'nda yapılan değişiklikle, köy heyetine seçilme olanağı da sağlandı. 5 Aralık 1934 tarihinde yapılan milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı kazanan kadınlara mecliste 18 sandalye ayrılmıştı.

Cumhuriyet dönemi romanında, kadın da etkin bir özne olmak doğrultusunda adımlar atmaya başlar. Kurtuluş savaşı roman ve hikâyelerinin karakterleri arasında kahramanlık gösteren kadınlar, kadın öğretmenler yer alır. Yine de kadın ikincil cins olma, erkek bakış açısıyla anlatılma özelliğinden kurtulamamıştır. Yüzlerce yıllık Osmanlı yozlaşmasının toplumsal yaşamda geri plana ittiği, ikincil cins olarak gördüğü kadının edebiyattaki başkaldırış diyebileceğimiz, hak ettiği eşit cins yerine dönüşünü sağlayan asıl büyük değişim ise ‘Köy Enstitüleri’nin kurulması, bu okullardan çıkan halk kültürünün derin dip dalgaları içinde yetişmiş yazarların ülkede bir yenidendoğuş hamlesi gibi ortaya çıkması ile gerçekleşebilmiştir.

5 Aralık Dünya Kadın Hakları Günü ve Türk Kadınına Seçme ve Seçilme Hakkı Verilmesi Günü olarak kutlarken Halide Edip’ten Nezihe Muhiddin’e kadın hakları için mücadele eden kadınlarımızı da saygı ve minnetle anıyoruz…

Geleceğin aydınlık, onurlu ve mutlu Türkiyesi kadınlarımızın vereceği mücadele ile kurulacaktır…

Selam olsun en az yarımız olan kadınlarımıza…

5 Aralık 2022, Alper Akçam

* * * * * * * * *

KAYNAK: “Alper Akçam” FACEBOOK SAYFASI

* * * * ** * * * *

21 Ekim 2022 Cuma

ATATÜRK'ÜN YENİ TÜRKİYESİ- İLK 10 YIL / STEPHAN RONART Gazeteci, yazar


ATATÜRK'ÜN YENİ TÜRKİYESİ-
İLK 10 YIL / STEPHAN RONART
Gazeteci, yazar

"Yeni Türkiye'nin Ankara'sı eski bataklıklar üstüne sapasağlam demirli betonla perçinlenmişti.

Fabrikalar, makineler artık Anadolu'da yerleşmişler ve yerlileşmişlerdi.

Makineler, artık bu topraklara karış karış sinmişler, buralarda tutunmuşlar, barınmışlar, üremişlerdi.

Kayseri'de, Ereğli'de, Nazilli'de dokuyorlar, örüyorlardı.

İzmit'te Selüloz ve kağıt yoğuruyorlar,

Eskişehir'de, Turhal'da ve Uşak'ta şeker yapıyorlardı.

Zonguldak'da kok kömürü, Gemlik'te yapay ipek çıkarıyorlar, Keçiborlu'da maden dövüyorlardı.

Isparta'da gülyağını imbikten geçiriyorlardı.

Makineler artık, Anadolu'nun yarısından fazlasını hareketlendiriyorlar, besliyorlar, giydirip kuşatıyorlardı.

Anadolu'nun köyü ve köylüsü için yollar yapılıyor, raylar döşeniyor, kablolar çekiliyor, kentler kuruluyordu.

Kız, erkek bütün bir gençlik okutuluyordu.

Makineler artık Anadolu'yu boydan boya sarmış, kaplamıştı.

Makineler artık Anadolu'yu ele geçirmiş, benimsemişti.

Topu topu 10 yıl içinde.....

Bu 10 yıl içinde Anadolu'da çok daha fazla şeyler olmuştu aslında.

Bir ulus sadece kendi pazusunun,(bilek gücünün) zoru ile bütün bir dünyaya göğüs germiş ;askerlik, siyaset ve iktisat bakımından direnip ayağa kalkmış, kendisini dimdik ayak üstü tutabilmişti.

Bir ulus, bütün bir toplumu, okulu ve hukuku yüzyıllarca köklerine işlemiş yobaz, softa bağnazlığından koparmış ayıklamıştı.

Bu yeni Atatürk Türkiye'sinde bir ulus; dilini, şiirini, sanatını, musıkisini ve özetle bütün kültürünü, yabancı öğelerin tırnaklarından söke söke kurtarmıştı.

Benliğinin, oluşunun tarihini -kendisini, sadece kendisini düşünen- bir hanedanın benlik hırsından sıyırmıştı.

Bu tarihi, modern bilgiye uygun bir metodla işleyerek, koca bir ırkın öz varlığı ve yaşatıcı değerleri durumuna çıkarmaya koyulmuştu.

Anadolu'da bu 10 yıl içinde Türklük, yeni baştan inancını, güvenini, hedefini ve yolunu bulmuştu.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk ulusunu Başkumandan sıfatıyla yengiye ve özgürlüğe ulaştırarak kurtuluş yoluna çıkarmıştı.

O, ulusuna kendi kendine inanmayı, kendi kendine dayanmayı belletmişti.

Maalesef Atatürk öldükten sonra bu irade ve bu inançtan uzaklaşıldı."

Çektiklerimiz ve çekeceklerimiz bundandır.

Kaynak: STEPHAN RONART

Gazeteci, yazar, bilimadamı.

- Bugünkü Türkiye- kitabından

Not: Yazar bu kitabı 1936 yılında yayınlamıştır.

Buradaki tüm görüşlerini o dönemde uzun yıllar Türkiyede yaşayarak, gelişmeleri bizzat görmüş, incelemiş, gezmiş ve Türkiyeyi çok sevmiş olmakla bu kitabı yazmıştır.

KENAN ÖZEK

* * * * * * * * * *
PAYLAŞIM: Kenan Özek / “KÖY ENSTİTÜLÜLERİN ÇOCUKLARI” Facebook Gurubu
* * * * * * * * * *

17 Ekim 2022 Pazartesi

AYDINLANMA BİLGESİ İLHAN SELÇUK BAKIN NELER DİYOR


AYDINLANMA BİLGESİ İLHAN SELÇUK BAKIN NELER DİYOR....

İlhan Selçuk'un harika bir yazısı. Defalarca okumakta fayda var.....

ŞAŞIP KALIYORUM …

Arap İngiliz'le birleşmiş Türk'ü arkadan vurmuş;

Ermeni Rus'la birleşmiş,

Doğu Anadolu'yu kana bulamış;

Rum Yunan'la, Yunan İngiliz'le birleşmiş,

Batı Anadolu'yu ele geçirmiş.

Ülkenin mahvolmadık, yıkılmadık, yanmadık, kan dökülmedik, kül olmadık hiçbir yeri kalmamış,

Elde avuçta İstanbul ile İzmir bile yok!..

Anadolu'nun altı yedi milyon nüfuslu en yoksul bölümüyle, yüzde doksan beşi okuma yazma bilmez,

yorgun, yoksul, bitkin, ezik bir halk..

Nasıl kurtulmuşuz?..

Şaşıp kalıyorum...

Yunan'ı nasıl denize döküp hizaya getirmişiz,

İngiliz'i İstanbul'dan nasıl çıkarmışız,

dünyanın süper güçleriyle masaya nasıl eşit oturmuşuz?

Yıl 1923

Anadolu'da 10-11 milyon savaş artığı yaşıyor; aç biilaç, parasız;

Yüzde 95'i elifi görse mertek sanacak kadar alfabesiz... 

Ne yapacaksın?...

Demokrasi yap!.. 

Nasıl yapacaksın?..

2000'li yıllarda Nurcu tarikatının ardına Bu kadar adam takılmışken,

1923'ün yanmış yıkılmış Anadolu'sunda nasıl demokrasi yapacaksın?..

Kalan ne? 

Yıl 1923

Komşunun komşuyu boğazladığı iç savaşlardan, Anadolu'yu mezbahaya döndüren dış savaşlardan yeni çıkmışsın.

Fabrikan yok,

İşçin yok,

İş adamın yok,

Mühendisin yok,

Doktorun yok,

Uzmanın yok,

Tüccarın yok,

Suyun yok,

Barajın yok,

Elektriğin yok,

Kadınların çarşafta çuvala giriyor,

Erkeğin dört karı alıyor,

Yurttaşlik yasası yok,

Üniversiten yok,

Banka yok,

Burjuva yok,

Proletarya yok,

İhracatçı yok,

İthalatçı yok,

Sermayen yok.

Kalkın bakalım...

Nasıl kalkınacaksın?...

Sermayesiz ekonomik kalkınmanın yumurtasız omletten ne farkı var?

Mustafa Kemal kuşağı ne yapmış?...

Yöneticiler devletçiliğe neden ve nasıl sarılmış?..

Türkler bankacılığı nasıl öğrenmiş?..

Merkez Bankası 1930'a değin neden açılamamış?..

Özel sektör nasıl oluşturulmuş?..

Yeni devlet nasıl kurulmuş?..

Çağdaş öğretime nasıl geçilmiş?

1920'de 10-11 milyon nüfusun yüzde 95'i Alfabesizken savaş artığı bir toplumla,

Okuma yazma seferberliği nasıl açılmış?

Kitaplıklarda kitap yokken,

Ulusal kütüphane nasıl kurulmuş?..

Okullarda tarih kitabı bile yokken tarih nasıl yazılmış?..

Yok olmanın kuyusundan çıkıp var olmanın doruğuna nasıl tırmanılmış?..

Yunanlı ile dostluk nasıl kurulmuş?..

Avrupa'da saygınlık nasıl kazanılmış?..

Şaşıp kalıyorum...

2000'li yılları geçtiğimiz,

Yetmiş milyonluk Türkiye'nin haline bakıyorum...

Hiçbir şeyimiz yokken neler yapmışız?..

Herşeyimiz varken neler yapamıyoruz?..

Bir de bu ortamda,

Mustafa Kemal'e saldıranlara bakıyorum...

Daha çok şaşıp kalıyorum...

İlhan Selçuk

* * * * * * * *

PAYLAŞIM: İlhan Akan / KÖY ENSTİTÜLÜLERİN ÇOCUKLARI

KAYNAK: Kemal Şendikici / ANADOLU MEDENİYETLERİ VE TÜRKİYE TARİHİ

* * * * * * * * 


16 Ekim 2022 Pazar

Büyük Atatürk'ün hiç bilinmeyen bir anısı / Tamer Timur

 

Büyük Atatürk'ün hiç bilinmeyen bir anısı / Tamer Timur

1935 yılında Uluslararası Kadın Kongresi'ne ilk kez devlet düzeyinde evsahipliği yapıldı.

Bu büyük onur Türkiye'nin oldu.

Kongrenin nerede yapılacağı tartışılırken Kurun gazetesi yazarı Asım Us, Yıldız Sarayı'nı önerdi.

Türk milleti kadın, erkek cephede çarpışırken şer'iye vekaleti bu sarayda kadınların nasıl kapanması gerektiğini tartışıyordu.

İşte bu sebepten Yıldız Sarayı kongre yeri olarak seçildi.

Türk kadını, Padişaha, O'nun emriyle toplanan bu komisyona, hareme ve kadın düşmanlığına karşı görkemli bir zafer kazanıyordu.

Asım Bey'e tebrikler yağdı.

Oysa Asım Us adıyla Kurun gazetesinde yazan kişinin Atatürk olduğunu ve sık sık yazdığını çok az kişi biliyordu.

Dünyanın her yerinden gelen 360 katılımcıyla 18 Nisan günü saat 10.00'da kongre açıldı.

Avustralya delegesi Madam Rischbieth aylar süren bir yolculuğun ardından gelebildi.

"Türk kadınına ve o büyük adama duyduğum saygının yanında yolculuğun lafı edilmez!" dedi.

Dünyanın gözü İstanbul'a döndü.

Roosevelt övgü dolu bir telgraf yolladı.

Bayan Eleanor Roosevelt de teamüllere aykırı olarak ve tüm engellemelere rağmen başka bir telgraf daha yolladı. First Lady ünvanı ilkin işte o zaman ortaya çıktı.

Kongre açıldı.

Komisyonlar, toplantılar, söylevler, bildiriler öyle coşkulu, öyle etkileyiciydi ki 21 Nisan günü tertip edilen boğaz gezisinde; "Bu bir kongre değil, bu bir isyandır!" sloganları atıldı.

Atina’da çıkan Akropolis gazetesi manşetinde diyordu ki:

"On beş sene evvel kime söylesen bütün kalbi ile gülmekten katılırdı. Türk kadını, harem hayatının o

mahpus, o esrarengiz hanımı, bugün tüm dünyanın feministlik tacını elinde tutuyor!"

Kongre sonunda delegeleri Atatürk kabul etti.

İlk kez O'nunla tanıştılar.

Davet sona erdiğinde Dünya Kadınlar Birliği Başkanı Madam Ashby, "Meğerse kongrenin en önemli hadisesi O'nu tanımakmış!" dedi.

Kongrenin açılış konuşmasını Türk Kadınlar Birliği Başkanı Latife Bekir Hanım yaptı.

Konuşmasında şöyle dedi:

"Bu kadar fırtınalar arasında kızkardeşlerinin dileklerini seçen bu adam, bizim için yalnız bir vatan kurtarıcısı değil, aynı zamanda Türk kadınının da kurtarıcısıdır!".

* * * * * * * * *

KAYNAK: Tamer Timur / “KÖY ENSTİTÜLÜLERİN ÇOCUKLARI” Facebook Gurubu

15 Ekim 2022 Cumartesi

Oğuz Türkmen Boyları / Sinan Turhan

 

Oğuz Türkmen Boyları / Sinan Turhan

Yazı biraz uzun, ama okuduktan sonra “Neden bize tarih derslerinde Osmanlı ve Selçuklu öncesini adam gibi öğretmiyorlar?” diyeceksiniz...

Bu arada Atatürk’e olan sevginiz, saygınız da ikiye katlanacak...

(Alıntıdır)


"Anadolu'nun çeşitli yerlerinde yapılan kazılarda çıkan kemiklerin DNA analizleri şaşırtıcı gerçekleri ortaya koyuyor.

Herodot tarihi der ki;

M.Ö.625 yılında Zile yakınlarında Pers ordusu bir hile ile Saka/iskit ordusunu(Alper Tunga'yı) yenene kadar tüm Anadolu"ya Saka'lar hakimdi.

Saka'lar MÖ. 5. Yy.da Altından elbise yaparken, o tarihte ne Rus vardı, ne Alman ne de Fransız vardı.

Biraz daha geriye gidelim...

Sümerlere( yani orta asyali Kengerler)

Turukku'ya, "Türk" Turku krallığına gidelim...

Çünkü Anadolu medeniyetini kuranların eski Yunan Medeniyeti olduğu tezi bize yıllardır yutturulmustu ya.... biraz öfkeliyiz bu tarihi yalanlara karşı!

Iste, şimdilerde dünya çapında Arkeoloji Profösörleri topraktan çıkardıkları kemiklerin Dna'larıyla o yöredeki köylülerin DNA'larını karşılaşınca şok geciriyorlar.. çünkü Dna'ları yüzde 97 uyumlu.

Örneğin; antik Burdur -İsparta tarihi Aglasun kazılarından...

Burdur ve Isparta'da ki SAGALASSOS uygarlığı da Ön-Türk uygarlığı çıktı.

Belçika LEUVEN Katolik üniversitesi'nden Prof.Dr. Matc WAELKENS, Ağlasun kasabasında yaptığı kazılar esnasında ortaya çıkan kemiklerin DNA’sını köylülerle karsılaştırınca şok oldu.

Toprak altından çıkan 6-8 bin yıl öncesinin kemikleriyle çalıştırdığı işçi-köylülerin dna'sı yüzde 97 aynı çıktı) yani onlar da Ön-Türklerin bir kolu olan SAGALASSOS çıktı.

Frigya'si da boyle Yazilitaşı da böyle,

Urartu'su da böyle Hitit' i de boyle...

Eskiden Batılı Arkeolog"lar buluntuları çalıp çırpıp ülkelerine kaçırıp, Anadolu tarihini uyduruk Helen diye bize kakalasalar da bizimkiler de aksini ispat etmeyi başarıyor hele şükür...

buna bir örnek de Assos;

Assos"u kuranlar da Ön-Türklerin bir kolu Lelegler ve Pelasglar çıktı....

Ey Atatürk sen ne büyuk adam çıkıyorsun her geçen gün böyle...

Teee Alacahöyük kazılarını yaptırdığında bunları söylemiştin, sana inanmayanlar utansın!

Kemalist tarih tezi diye küçümseyip kenara atılan "Türk Tarih Tezinin Ana Hatları" kitabını okullardan kaldırtanlar utansın!...

Anadolu uygarlığını eski Yunan'ın kurduğu tezi bize yutturuldu demiştik!

Oysa Helenlerin bile 3/4'ü Ön-Türk çıktı.

Ön-Türk Pelasglar ile Kuzey Batı Avrupa topluluğu olan Dorların karışımından oluşmuş Helenler.

Daha sonra da bu karışıma diğer Ön-Türk halkları Traklar ve Mekadonlar eklenmişti.

Sırada ne var?

Tabi ki Göbeklitepe Ön-Türk uygarlığıyla, Turukku krallığı ve yine Urumiye deki Urmu teorisini de ögreteceğiz halkımıza...

S.N Kramer ile Prof. Osman Turan hoca,

Sümerce'deki 950 kelimenin kokeni Türkçedir dedi veeee batıda ki diyaspora tarihcileri sus pus oldular....

Ahh bu kelimeler Türkçe degilde, örnegin; Yunanca yada Ermenice çıksaydıııı....

o zaman dünyayı ayağa kaldırırlardı...

Anladınız sebebini de değil mi?...

Sonuç: Bugün Hun/Macarlardan,

Almanlara, İtalyanlardan(Etruksler=Ön-Türklerin bir kolu), İspanyol'a, hatta İngiliz ve İskoclara kadar neredeyse tüm batı tarihini Sakalara /Iskitlere bağlama telaşında....

Hemen hepsi köklerini Azerbaycan'in Gobulistanına, Albania'sina, Gabanasına ve daha kuzeyine bağlamaya basladı...

çünkü biraz geri gidince tarihleri kökleri olmadığını öğrendiler.

Antik Yunan tanrılarının bile Mısırdan çalıntı olduğunu öğrendiler.(bunu ilk kez Herodot da demişti ama her ne hikmetse unutmuslardı...)

Batı artık "Kara Atena" yı yazdı...

tarihi ile yüzlesip köklerini Türklere bağlıyor....

Bu aslında iyi bir şeydir,

ticari açıdan da tarihi bir firsat olabilir. İs bilenin demiş atalarımiz...

Artık Turklüğümüzle Atatürk gibi gurur duyabileceğiz, tabi Atalar kültüne inanan bizim gibi köklü hissiyati olanlar duyacak... "

Semra Göktürk (Alıntıdır)

* * * * * * * *

KAYNAK: Sinan Turhan / Oğuz Türkmen Boyları

PAYLAŞIM: Yakut Anka / KÖY ENSTİTÜLÜLERİN ÇOCUKLARI

* * * * * * * *

14 Ocak 2022 Cuma

KÖY ENSTİTÜSÜ GÖRSELLERİ EŞLİĞİNDE “ZİRAAT - KÖY ENSTİTÜLERİ” MARŞI – 1


KÖY ENSTİTÜSÜ GÖRSELLERİ EŞLİĞİNDE “ZİRAAT - KÖY ENSTİTÜLERİ” MARŞI – 1
Güftesi B. Kemal çağlar tarafından yazılan ve bestesi A. Adnan Saygun tarafından yapılan bu marş, önce 'ZİRAAT MARŞI' olarak düzenlenmiş daha sonra bütün köy enstitülerinin ortak marşı olmuştur.

KÖY ENSTİTÜSÜ GÖRSELLERİ EŞLİĞİNDE “ZİRAAT - KÖY ENSTİTÜLERİ” MARŞI – 2


KÖY ENSTİTÜSÜ GÖRSELLERİ EŞLİĞİNDE “ZİRAAT - KÖY ENSTİTÜLERİ” MARŞI – 2
Güftesi B. Kemal çağlar tarafından yazılan ve bestesi A. Adnan Saygun tarafından yapılan bu marş, önce 'ZİRAAT MARŞI' olarak düzenlenmiş daha sonra bütün köy enstitülerinin ortak marşı olmuştur.