Diller, yürekler Dilenci Çanağı Gibi! / (SEVGİ ÖZEL – 02.08.2008 - Cumhuriyet)
Kimi insanların çantası, kiminin de dili, işi, uğraşı böyledir; dilenci çanağı gibi. Her şeyden bir parça bulunur. Böyle bir dönemden geçiyoruz işte; kimin çantasında, kiminin dilinin altında ne var, belli değil. Kim çok söylüyorsa, kim daha hızlıysa, kim daha çok kara boya kullanıyorsa gündemi o belirliyor. Gazeteler, TV'ler, zaten karışık olan aklımızı dilenci çanağından beter duruma getirmekte yarışıyor.
Her gün yeni bir sav, her an yeni bir tehdit, her dakika yeni bir suçlama... Hukukun üstünlüğüne, cumhuriyetimizin ilkelerinin sağlamlığına olan güvenimizi korumaya çalışıyoruz; ama aklımıza, sağduyumuza sahip çıkma açısından aynı şeyleri söyleyemiyoruz.
Gençler, neler olup bittiğini öğrenmek istiyorlar; "Cumhuriyet gazetesi kendi mi atmış o bombaları kendine?" diye soruyor ve basıyorlar kahkahayı:
"İlhan Selçuk atmıştır!" Öyle gülünç şeyler üretiyorlar ki gülmemek elde değil. Birbiri ardına şaka üreten bu gençlerin esin kaynağı son günlerde ortalıktaki şeytan uçurtması gibi haberler... Dolmuşta konu aynı; "Ben artık televizyona bakmıyorum, kimseyi dinlemiyorum" diyor yaşlı adam. "İşin suyu çıktı, bakalım nasıl kurutacaklar?" diye araya giriyor öteki. Pazarda da konu aynı; büyük alışveriş merkezinde ve evlerde de. Ne ki konunun ayrıntısını, özünü ve temel olan yanını kimse anlamış değil. Dahası kimsede olup bitenleri anlamak için "akil" birini bulma çabası da yok. O zaman aklımıza başka sorular geliyor. Bu kadar mı umutsuz, bu kadar mı karamsar olduk?
Acaba halkımız koskoca ülkede "akil" birilerinin bulunduğu'na gerçekten inanmıyor mu, akıllı bildiklerinden umudu kesmiş mi? Atalarımız yanlış mı söylemiş; akıllı köprü arayıncaya dek deli suyu geçer, diye. Gelin görün ki bugünlerde ne akıllı bilinenler köprü arayışı, ne deli sanılanlar suyu geçme çabası içinde. Daha doğrusu kim "akil', kim değil, ayırt etmek olanaksız gibi. En kötüsü de bu.
Umutsuzluğu, karamsarlığı, korkuyu büyütüp derinleştirmek için ne gerekirse yapılıyor; yapılanlarla gençler gibi anlamamakta direnenler de dalgasını geçiyor; herkes yüzüne yansıyan sorularla kuyruklu yalanlar arasında bunalmış durumda, kimse akılcı bir yanıt bulma çabası içinde görünmüyor. Kötü olan da bu. Hangisi doğru, hangisi yalan... Hangisi hukuksal, hangisi değil… Hangisi insancıl; hangisi zulüm... TV'lere bakılırsa, işimiz zor; çünkü hep aynı yüzler, hep aynı sözlerle kanal kanal geziyor. Beyefendi gazeteciymiş; ağaran saçlarından diline ve yüzüne santim aklık yansımıyor. Öfkeyle kardığı kapkara sözleri, dilenci çanağı gibi... Cumhuriyetin temel değerleriyle adamakıllı kavgalı, Cumhuriyet gazetesi sütten çıkmış ak kaşık mıymış? İğrenir gibi tıslayarak yinelediği "laikçi"ler, "ulusalcı"lar her bir sıkıntının ana kaynağı... Neredeyse adı "A, c, I, u" ile başlayan herkesin, her şeyin yasaklanmasını söyleyecek... Topunun köküne kibrit suyu dökme fırsatının yakalandığı bir dönemin esrikliği içinde, olanca bilgisizliğiyle veryansın ediyor. Ortam uygun, iktidar uygun, basın yayının çoğu çantada keklik... Hazır halk şaşkınlaştırılmışken... Doğru olana ya da bilgiye dayanmaya ne gerek var? Salla sallayabildiğin kadar... Böyle kaymaklı, böyle ballı, bir hesaplaşma fırsatı kaçırılır mı? Ya bir daha ele geçmezse...
"Beyefendi" deyişimiz sözgelişi, basın yayını izlediğimizde cins ayrımı yapmamak ve "ler" ekini kullanmak yanlış olmaz; az değiller. Birkaç anlamda "az değiller”; ama unuttukları bir şey var: Sular tersine akmaz! Koskoca ülkenin salt muslukları değil, ağzı da kurumuş gibi; ama bu diller çözülür, bu eller mührü yanlış yere basmayabilir bir gün. Doğruyu konuşup yazana yapılan "çeteci" şakalarının ciddiye alındığı, ilginç adreslerin işaret edildiği, beş parmakla kara çalındığı, gece baskını korkusunun yoğunlaştırıldığı bir ortamda, hem ormanlar yanıyor, hem mideler, hem mutfaklar... Kimin Umurunda? Tuzu kuru nasılsa gündüz gözü kara üretenlerin. Bilmiyorlar ki, en kötüsü vicdanlardaki yangındır; ama vicdanı ya da gerçekten "akil olanlar için kötüdür bu yangın elbette.
Bu kadar mı sevgisiz olduk; bu kadar mı insancıllıktan uzaklaştık? Bu kadar acımasız olabilmek için yüreklerimizin yerine ne koyduk? Eloğlu, el eliyle sağdan gösterip sol yanımızı budadı; görüyorsunuz yetmiyor; durmadan sağımızı da kazıyor solumuzu da! Budanan el de dil de bizim; tanışımız, komşumuz, akrabamız; kim olursa olsun, bizim; yurtseverlik, yurttaşlık bağlarımız bu kadar mı köreldi? Aklı, işi, uğraşı, düşleri dilenci çanağı gibi olanlar için evet! Bu kadar kara, bu kadar körmüş; bu kadar zayıfmış ve çıkar ipiyle bağlıymış tüm duygular. Vicdanı gibi cüzdanı da tertemiz olanlar, yurtseverlik bağlarıyla yolunda yürüyor; dimdik yürüyecekler korkmadan, çekinmeden! Çünkü ne elleri, ne dilleri kirli! Bunlar da geçer; yeter ki sımsıkı tutunalım cumhuriyetimizin ilkelerine ve akılcı olan her şeye!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder