23 Aralık 2008 Salı

Tevfik Fikret - Türk Aydınlanmasının En Parlak Işığı

Tevfik Fikret - Türk Aydınlanmasının En Parlak Işığı - ATATÜRK’E Işık Tutan Şair

( ORHAN KARAVELİ – Cumhuriyet, 19.08.2008 )

Ülkemizin, kasıtlı ve bilinçli iç ve dış düşmanlar eliyle adım, adım karanlıklara ve uçurumlara sürüklenmek istendiği şu acılı günlerde Tevfik Fikret'leri, Ziya Gökalp'leri ve Namık Kemal'leri yeniden ve dikkatle okuyup anlamaya ve okutup anlatmaya gereksinmemiz yar.

Yoksa bu bilinçsizlik, vurdumduymazlık, çıkarcılık ortamında geç mi kaldık?

1915 yılının ağustos ayı ortalarıydı ve çok hastaydı. Dostları, doktorlar onu yaşatmak için çırpınıyor ve hemen her gün Rumelihisarı'ndaki 'Aşiyan'ına çıkan dik yokuşu tırmanıyorlardı ama o ölmekle yaşamak arasında bocalar gibiydi.

Bir yandan:

" ... Öyle bir dergi çıkarmak istiyorum ki, rehbersiz kalmış, zorba kuvvetlere boyun eğmiş olanlara yol göstersin. Öyle me­busluk, vekillik ve mevki peşinde koşma­yan; her zorba kuvvete, her baskıya karşı fikir adına can vermeye hazır gençler gel­sinler, evimde çalışsınlar. Ben onların so­balarını yakayım, çaylarını getireyim. Fakat bizim sessiz kalışımızdan kuvvet bu­lan bu çürümüş efendiler böyle bir dergi­yi acaba yaşatırlar mı? Biz biraz kendimizi gösterirsek onların sindiklerini ve düştüklerini göreceksiniz! " derken çektiği dayanılmaz acıların etkisiyle bir yandan da:

" ... Ölümün artık yaklaştığını hissedi­yorum. Bunun için de memnunum... " di­ye inleyerek başucundaki dostlarını üzüyordu.

" ... Bu hayat artık bana pek ağır geliyor ve iyileşirim diye korkuyorum. Ölüm lez­zetini katre katre tadıyorum ve bu benim için bir teselli oluyor... " (1)

Ve 93 yıl önce, 19 Ağustos 1915 sabahı odasındaki cam fanuslu saat 02.20'yi gösterirken "Artık yıkılıyorum! Yavrum.. Yavrum! " diyerek öldü

“Aman dikkat edin çocuklar”

Sırtüstü yatıyor ve hiç de ölmüşe benze­miyordu. Göğsüne kadar çekilmiş örtü gibi, Boğaziçi'ni seyrettiği pencerenin tül perdeleri de bembeyazdı., Etrafı, elleriyle dikip ye­tiştirdiği çiçeklerle bezenmişti. Sanki öl­memişti de sıcak bir öğle sonrasının esinti­sinde uzanıp dinlenir gibiydi. Nerdeyse ye­rinden kalkacak ve bizlere:

" ... Aman dikkat edin çocuklar. " diye­cekti. " ... Gelibolu'daki Miralay'ın ve onun yanında toprağa düşenlerin eserine ihanet etmeyin! . Türkiye'yi yeniden ka­ranlığa gömmek isteyenlere izin vermeyin!”

Türk aydınlanmasının sönmez ışığı Ata­türk'e " ... Ben inkılâp ruhuna ondan aldım... " dedirten Tevfik Fikret'ti bu. Hac görevinden dönüşte kardeşiyle birlikte ölüp Arabistan'ın kızgın çöllerine terk edilen annesi Hacı Hatice Refia Hanım Rum kö­kenli olduğu için aşağılamaya yeltendiler onu! Eğitim için gittiği Amerika'da makine

Profesörlüğüne kadar yükselmişken rahiplik mesleğini seçen oğlu Haluk Fikret yüzünden mezarında bile rahat bırakmadılar. Oysa çoğu şiirine adını verdiği oğlu, bilge ve saygın bir insan olarak herkesin sevgisi­ni kazanmış ve Türklüğünden vazgeçme­mişti. Üstelik rahipliği seçtiğinde babası çok­tan ölmüştü... Robert Kolej'de hocalık yaparak bir 'Türk Edebiyatı' bölümü kur­masına ve özellikle Türk kızlarının onun aç­tığı yoldan bu okula kabul edilmesine bak­maksızın 'zangoçlukla', kilise hademeliği ile suçladı onu bir 'milli' şairimiz... Ne ol­duğu bilinmeyen bir 'jurnal' yüzünden sür­güne gönderilen babasını bir daha göremedi. Kız kardeşi zalim bir koca elinde yaşamını yi­tirdi.

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, ülkesinin sürüklendiği karanlıklar ve savaşlar içinde her gün yeniden kahroldu. Öldüğünde; Ata­türk'ü etkileyen iki Türk büyüğü Namık Kemal ve Ziya Gökalp gibi o da kırk sekiz ya­şındaydı ama 'Gelibolu'daki Miralay' diye adlandırdığı Mustafa Kemal'i keşfetmişti' bile. Son günlerinde O'nu görmek ve tanımak istediğini söylüyordu dostlarına.

Mustafa Kemal'le aralarında sanki kozmik bir iletişim vardı. 'Paşa' da Fikret'in 'anısı çevresinde bulunmakla övündüğünü ve onu taparcasına sevdiğini" Aşiyan' daki deftere yazıyor ve yurdu kurtarmak için Anadolu'ya geçeceğini, ilk kez, sırdaşı bir asker hocasına Aşiyan' a çıkan yokuşu bir kez daha tırmanırken açıklıyordu...

" ... Benim ne yapmak istediğimi anlamak isteyenler Fikret'in, 'Tarih-i Kadim' şiirini okusunlar. diyordu. Onunla adeta öz­deşleşmişti. Öyle ki, Cumhuriyet'in daha ilk yılı bile dolmadan, 25 Ağustos 1924 günü Ankara' da toplanan 'Muallimler Birliği Kon­gresi'nde çağdaşlığın öncüsü öğretmenlere seslenirken " ... Cumhuriyet sizden, fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller yetiş­tirmenizi ister... " demişti. Bu sözler Fikret'in kendisini betimleyen ünlü dörtlüğünün son di­zesi değil miydi? Bugünkü dille:

Kimseden fayda ummam, dilenmem kol ka­nat

Kendi boşluk ve gök kubbemde uçar giderim

Eğilmek. esaret zincirinden ağırdır boy­numa

Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim.

Atatürk, Tevfik Fikret hayranıydı

'Elbet sefil olursa kadın alçalır insanlık' diyordu. 'Hak bellediğin bir yola gideceksin... ', 'Koşan elbet varır, düşen kalkar / Kara taştan su damla damla akar. , 'Aydınlanma, işte emellerimizin ruhu. .', 'Zul­mün topu var, güllesi var, kalesi varsa / Hakkında bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır. .' 'diyor ve Atatürk, çevresine, hay­ranı olduğu Fikret'i anlatmak için her fırsa­tı değerlendiriyordu:

" ... O, karanlıklar içinde bir nur (ışık) gö­ren ve bizleri o nura doğru yönlendirme­ye çalışan bir insandı. Biz, henüz ona ye­tişemedik... Onu tanıyamadığım, sohbe­tinden yararlanamadığım için kendimi bahtsız sayarım. Ama bütün şiirlerini okudum. Çoğunu da ezbere bilirim. O, hem büyük şair, hem de büyük insandı... " …………………………

Şair, eğitimci, yazar ve ressam... Hepsin­den önemlisi Türk Aydınlanması'nın en parlak ışığı Tevfik Fikret'in ölümünün üzerin­den doksan üç yıl akıp geçmiş. Ülkemizin, kasıtlı ve bilinçli iç ve dış düşmanlar eliyle, adım adım karanlıklara ve uçurumlara sürüklenmek istendiği şu acılı günlerde Tevfik Fikret'le­ri, Ziya Gökalp'leri ve Namık Kemal'leri yeniden ve dikkatle okuyup anlamaya ve okutup anlatmaya gereksinmemiz var.

Yoksa bu bilinçsizlik, vurdumduymazlık, çıkarcılık ortamında geç mi kaldık?

-----------------------------------

(1) Tevfik Fikret ve Haluk Gerçeği, Orhan Karaveli, Doğan Kitap, 7. baskı, Ekim 2007.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder